2000+

Yolculuk

Havaalanı görevlisine pasaportumu uzatıp İstanbul ve Bangkok aktarmalı Sydney uçuşu için, diyorum. Annem ve halamın yardımıyla iki valizimi bantın üzerine koyuyoruz. Görevli “Aslında sizi hemen şimdiki uçağa alsak daha iyi olacak. Aktarmada İstanbul’da daha çok zamanınız olur, daha rahat olur.” diyor. Annem, halam ve ben birbirimize bakıp biraz da üzgünce “Tamam.” diyoruz. Görevli valizlerimi gönderiyor, biletimi veriyor. “Boarding başladı, hemen kapıya gidin.” diyor. Arabayı park etmekte olan babamın yetişemeyeceğini fark ediyorum, gözlerim doluyor. Annem ve halam hemen sarılıyorlar bana, “Olsun, binmeden önce ararsın babanı.” diyorlar. İçimden dünyanın diğer yarısına gittiğim geçiyor tekrar. Sadece ilk kez bu kadar uzağa değil, bir de üstüne ilk kez başka bir ülkeye gidiyorum. Annem ve halam ağlamaklı gülümsemeleriyle uğurluyorlar beni, uçağa doğru yürürken hemen babamı arıyorum, “Daha erken uçuşa verdiler, gidiyorum.” diyorum. Babam ağlıyor sesinden belli. “Tamam, iyi yolculuklar.” diyor.

İstanbul’da tekrar arıyorum, hepsiyle yine konuşuyorum. Sonra Bangkok uçuşunun kapısının oraya gidiyorum, kitap okusam diyorum ama çok heyecanlıyım. Hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden. Kucağımdaki sırt çantama sarılmış öylece duruyorum. Yanıma bir kadın oturuyor, elli yaşlarında belki, bana bakıp gülümsüyor. İngilizce konuşuyor, “Moskova uçuşu mu sizin de?” diyor. “Hayır, Bangkok.” diyorum, “Aa gezmeye mi yoksa okul filan mı?” diyor. “Staja, ama aslında Sydney’e gidiyorum, aktarma olacak.” diyorum. Şaşırarak “Ooo Avustralya! Ailen seni yalnız nasıl gönderiyor? Kaç yaşındasın? On sekiz yoksun sanırım.” diyor. “Yirmi yedi yaşımdayım.” diyorum. Kadın gülümsüyor “Ay pardon,” diyor, “Çok genç gösteriyorsun, benim kızım on dokuz yaşında onun gibisin.”. Moskova uçuşunu çağırıyorlar, kalkıyor, iyi yolculuklar diliyoruz birbirimize.

Bangkok’a kadar film izliyorum. Ardından aktarma sırasında havaalanında biraz dolaştıktan sonra yine oturup sırt çantama sarılıp bekliyorum. Sydney uçuşunda da önce film izlemeye başlıyorum ama artık on saat geçmiş, yorulmuşum da… Yine de üç dört saat film izledikten sonra ara verip biraz uyuyorum, uykuya dalarken okyanusu geçmekte olduğumuz aklıma geliyor ve şimdiden İstanbul’dan beri on dört, on beş saat uçuş oldu diye düşünüyorum. Mesafeyi tahayyül etmeye çalışıyorum. Dünyanın kocamanlığı başımı döndürüyor.

Sonraki günlerde de hatta Avustralya’daki ilk haftalarımda her gece yatağa girince hep bu mesafeyi tahayyül etmeye çalışacağım, dünyanın büyüklüğüne, yirmi yedi yıllık hayatımda tanıyıp sevdiğim herkesin binlerce kilometre uzakta, dünyanın diğer yarısında olduğunu düşüneceğim. Aynı kıtada olsak yürünürdü bile, aylarca sürse de yürünürdü diye düşüneceğim. Ama okyanusu yüzemem. Bir yandan da Avustralya muhteşemliği ile saracak beni… Bir yıl sonra geri dönerken de oradaki arkadaşlarımı ardımda, dünyanın bu diğer ucunda bıraktığıma şaşıracağım. Hatta sadece o zamanlar değil, hayatım boyunca dünyanın büyüklüğüne, çeşitliliğine, çokluğuna ara ara şaşırmaya devam edeceğim. Zaten yolculuklar kısa olduklarında bile bunu hatırlatmıyorlar mı? Hayatımın ilk yolculuklarını beş-altı yaşlarımda, teyzeme giderken yapmıştım: İzmir-Aydın trenine biner binmez kardeşimle ayakkabılarımızı çıkarıp koltuklarımızda bağdaş kurardık. Sevinçten ve heyecandan yerimizde duramaz, arada koltukta ayağa kalkmaya çalışırdık, annem gülümseyerek bizi tekrar oturtmaya çalışırken, anneannem hazırladığı yollukları çıkarıp bir süre de olsa sakince oturmamızı sağlamış olurdu. Kocaman pencereden yollar akar giderdi. Dünya kocaman, yollar uzundu.

Gözlerimi açıyorum, içeride bir hareketlenme var, kahvaltı dağıtılacak anonsu yapılıyor. Bir yandan da “Avustralya’ya hoş geldiniz!” diyor pilot, “Bir-bir buçuk saat sonra iniş için hazırlıklar başlayacak.” Yaklaşık son yirmi iki saattir (üç uçuş ve beklemeler) yolculukta olan ve doğuştan da minicik bir anomalisi olan kalbim, incecik göğsümde küt küt atıyor. Bir sevinç, bir heyecan… Pilotun “Hoş geldiniz.” anonsunun hemen üstüne hostes kahvaltı tepsisi uzatıyor, tabakta rengârenk, tropik meyveler. Bugünlerde birçok yerde bulunabilen meyveler bunlar ve belki o zamanlarda biraz da olsa zengin olanlar denemiştir, ama ben hiçbirini görmemiştim o ana kadar. Önce iyice bakıp, sonra koklayarak yavaşça yiyorum bu güzel meyveleri ve yerken aklımdan geçiyor “Avustralya’dayım!”


Fotoğraf, yazara ait. Yazıdaki yolculuktan değil ama, yeni bir ülkede olmanın heyecanıyla akıp giden bir tren yolculuğundan.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

 

 

Yolculuk&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: