2000+ 1990'lar

Misafir Palası

Milenyum denilen şeyin alüminyum soba boyası yaldızından ibaret olduğunu sanıyordum. Aslında haksız da değilmişim düşününce. İnsanlar neon montları çekmiş, ceket vatkalarını sökmüş, bir hevesle 2000’leri bekliyordu. Milenyuma gireceğiz, belki Jüpiter’e, Merkür’e komşu olacağız; halı silkeledik diye alt komşumuz Jane Jetson’dan azar işiteceğiz. Hiçbiri olmadı tabii. Hayal pilavı yemekten öteye geçememişiz gibi duruyor buradan bakınca. Hayır, halı silkeledik diye Jane Jetson’dan azar yemeyi hayal edecek akla sahipsek şu ev işlerini tamamen ortadan kaldıracak bir cingözlük düşlesek olmaz mıydı? Unuttum, şeyde geçiyor, şarkıda, “Ev işlerini Marslılar yapsın.” diye de e onlar da can sonuçta!

Neyse bu kadar uzay konuşmak yeter, biraz yere inelim. Bir kapıyı tıklatıp eşiğinde soluklanalım, nasıl olsa pek konuksever bir toplumuz, yoldan gelene bir tas su illaki verilir. Yoldan gelmişiz o kadar, sığışıp kıvrılacağımız bir yataklık yer elbet bulunur. Ne var ki sakız gibi yıkanmış şilteli yataklar Marslılar tarafından serilmiyor, sabahında eksiksiz kahvaltı sofrasını Robot Rosie kurmuyor. Hoş, ben çizgi diziyi izlerken Rosie’ye de pek üzülürdüm ya…

Doğup büyüdüğüm tüm evlerde misafirin bereketi ile geldiği kabul edilir, aksi iddia edilemez, hatta sorgulanamazdı. Genelde tüm bu emeğin sorumluluğunu taşıyan kadınların ve evlenecek çağa gelmiş gençlerin misafir ağırlama maharetlerinden ya da onların ne kadar şeremet olduklarından bahsederken “Beş dakikada Beşiktaş” lafı kullanılırdı. Rahmetli anneannemin lakabı da her işi hızlı bitirdiği için Tren imiş mesela. Bir zaman, elimin hızlılığına övgüler düzen insanların “Tren’in torunu sonuçta.” sözleri pek hoşuma giderdi.

Köyden göçmüşüz, İzmir’de yeni bir hayat kurmuşuz, büyüme sancısıyla insanları ve yaşadığım şehri çözmeye çalışırken içine doğduğum kültürel kodlara bir adım geriye atıp uzaktan bakma imkânım pek olmuyordu. Sorgulayacak olduğum zamanlarda da yadırgı gibi hissediyordum. Bir keresinde, dokuz yaşlarında falan, İzmir’de bir hemşehrimizin benden bir yaş büyük kızının boyu yetmediği halde, altına sandalye alıp misafirlere yemek yaptığını duyduğumda çocukluğun getirdiği öykünme ile “Ne var? Ben de yaparım.” diye gaza gelişimi de hatırlıyorum, üniversiteye başlayana kadar eve gelen misafirlerin, özellikle köyden gelen insanların, gönlünü etmek için annemin yanında nasıl çırpındığımı da.

İzmir’de oldukça çeperde yaşamamıza rağmen yolu buraya düşen mutlaka bize uğrar ve yatılı kalırdı. Evimiz iki katlı, müstakil bir yapı olduğundan düğün düdük zamanları kırk kat uzak ele bile uygun bir misafirhane idi. Değer bilinip hatırlanmak ve ziyaret edilmek ile derdim yok aslında. Annemle dar vakitlerde, o küçücük mutfaklarda, kazan kazan yemek hazırlarken bir yandan da misafirlerin gönüllerini hoş tutmanın arkasındaki emeğin bu kadar kıymetsiz olmasını dert ediniyorum. Hatta o günlerin bir hatırasını taşıyorum tam sağ kaşımın üzerinde. İzmir’de yaşayan amcamın kızı ile Ankara’da yaşayan halamın oğlu evlenecekti. Öncesinde akraba çevresinde bir dünürlük yapmaya karar verdiler. Ankara’dan halamlar, diğer kuzenlerim ve kuzenlerimin çocukları İzmir’e geldiler. Babam, “Her iki taraf da akraba, ayıp olur sağda solda kalmaları.” diye bir ev dolusu insanı alıp bize getirdi gece vakti. Dolapta yemek var mı, serilecek temiz çarşaf var mı, odadaki sobanın içindeki kova hemen varıverince yakmaya hazır mı? Bu soruları sorup tartarak misafir ağırlamak makbul değildi pek. Evde iğneden ipliğe her şeyin envanterini tutan, tüm bu duygusal emeği sırtlanan, her şeyi “Beş dakikada Beşiktaş” eyleyen birileri illaki vardı.

Misafirler bizim eve geçip dünürlük sonrası dedikodusunun en iyi eşlikçisi çaylarını içtikten sonra birer ikişer yatmaya çekildiler.  Annem çekyatların yetmediği yerde gelinlik yün yatakları açıp üvez gelmesin diye beyaz sabunlarla katladığı temiz çarşafları bir bir yaydı havalandıra havalandıra. Sadece salonda soba olduğu için diğer odalarda yatan misafirler sabah soğuk odaya uyanmasınlar diye bebek beler gibi yünlü battaniyelere sardı herkesi. Eline geçen minderi, palayı da balkon kapılarının altlarına sıkıştırdı soğuk girmesin diye. Ben de kuzenlerimden birinin eşi ve henüz iki yaşındaki bebeğiyle salonda uyudum. Erkenden kalktım, ama ne yapacağımı bilemediğimden misafirler uyanana kadar yorganın altında kıpırdamadan bekledim. Derken bebeğin ağlamasıyla kuzenimin eşi uyandı, ürperdiğini söyledi. Kasım sonu kimsenin İzmir’de soğuktan donmayacağını bildiğim halde yataktan fırladığım gibi soba kovasını doldurmak üzere üst kata çıktım. Bu kat henüz kaba inşaattı, bu yüzden odunluk olarak kullanıyorduk. Elektrik tesisatı döşenmediği için ışık ıldırık hiçbir şey yok. On altı yaşıma kadar her gün nasıl doldurduysam yine doldurabilirim soba kovasını. Çıt çıt kontraplak kırmaya başladım el yordamıyla bulduğum odun torbasından. Odunlar, amcamın marangoz dükkânından. Talaş tozu boğazıma kaçınca boğmaca kapmış gibi olduğumdan ağzımı burnumu aynı annem gibi yaşmak yaparak kapardım hep. Sıra daha kalın odunlara geldi sonra. Eğilip odunları kırmaya yeltendiğimde dalgınlığıma geldi ve sağ kaşım, el arabasının koluna saplandı. Karanlıkta seçemedim ne olduğunu, ılıkça kan akıyordu kaşımdan yanağıma.

Yarım doldurduğum soba kovasını alıp aşağı, eve indim. Sobayı ateşledikten sonra kaşımdan aşağı akan kana çare bulayım diye hemen banyoya geçtim. Kan durmuştu, ama yeri basbayağı yarılmıştı. Annem gördü ilk önce, nasıl olduğunu sordu, kancalı tokayı ağzımla tutup saçımı bağlamaya çalışırken yanlışlıkla çizdiğimi söyledim, ama kanmadı elbette. Sonra babam, kardeşlerim ve misafirler… Derken içeriden bir kuzenimin “Ayşa boynuzu kırmış!” dediğini duydum. Bu vesileyle uyanmış olan insanları evde bırakıp babamla acile gittik. İlk önce mahallede aynı zamanda acil statüsü olan büyük sağlık ocağını boyladık. Personel olmadığı için dikiş atamayacaklarını, hastaneye gitmemiz gerektiğini söylediler.

Karabağlar’daki en yakın hastaneye gitmek üzere dolmuş durağında beklerken babamın kuzeni olduğu için bazen hala, bazen abla diye hitap ettiğim akrabamızla karşılaştık. Ayşe Ablam, yarık alnımın sebebinin misafir gönüllemek olduğunu öğrenince sinirlenip bizimle gelmek istedi. Babam ve Ayşe Ablam ile hastaneye vardık. Orada da pazar pazar estetik dikişçi olmadığını söylediler. Biz iç yağlarımın dahi gözüktüğü yarığın bir an evvel dikilmesi gerektiği hususunda ısrar edince beni odaya aldılar. Tepemdeki tümsek aynaya benzer şeyden kaşımda açılan yarığı nasıl diktikleri şu an bile gözümün önünde. Dikiş işlemi bitince Ayşe Ablam, bir kendine bir de bana yeryüzünde en sevdiğim yiyeceklerden biri olan hastane tostu yaptırdı. Acil kapısının önündeki hastane bahçesinde piknik yapar gibi bir ısırık tostumuzdan alıp bir yudum meyve suyumuzdan içiyorduk. Bir yandan da Ayşe Ablam hararetle nasihat veriyordu. Artık gözümün önüne bakmam gerektiğinden, aksi takdirde ömrümün sonuna kadar soba kovası dolduracağımdan dem vuruyordu. Ergenliğin verdiği yetkiyle “Offf Ayşe Abla!” gibi bir şeyler demem lazım gelirdi, ama ergenlik paketi bana hoyratlık özelliği ile gelmediği için mi, yoksa lokal anestezi etkisiyle mi bilmem, avurdumda tost lokmasını beklete beklete dinledim her dediğini büyük bir dikkatle. Ayşe Abla’nın bana nasihat verir gibi anlattıkları aslında kendi içindekileri dökmesiydi. Hâlâ da böyle düşünüyorum.

Annem, Ayşe Abla, İzmir’deki diğer hemşehrilerimiz, bir şekilde şehre göçmüş diğer komşularımız, bereketiyle geldiklerini düşündükleri hısımlarını çiçek gibi evlerde, en iyi şekilde ağırlamaya hâlâ devam ediyorlar. Tek kişilik bir organizasyon şirketi gibi.


Bir not: Pala kelimesi, kullanılmış giysi ya da bez parçalarından dokunan kilim anlamına da gelir. Yazının başlığında geçen pala, yazarı tarafından ilkin kelimenin bu anlamını işaret edecek biçimde kullanıldı. Ancak yazının başlığını kelimenin bu anlamını bilmeden okuyan ya da anının odağındaki kusursuz misafir ağırlama törenleri üzerinden palas olarak kavrayan okurlar için bir kelime oyununa dönüştü.

Yazıda bahsi geçen şarkı BandSista’ya ait, adı Olur Olmaz.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Misafir Palası&rdquo için 1 yorum

  1. Zeynep

    Teşekkür 🥰

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: