Eşimin telefon sesiyle uyanıyorum. Gün daha yeni ağarıyor. El yordamıyla çorabımı bulmaya çalışırken pes edip içinde bulunduğum odanın ışığını yakıyorum. Yol üstündeki yatak odasının camına yansıyan arabaların ışığı da kalkın uyarısına eşlik ediyor. İşe yetişmem lazım düşüncesiyle hızlıca çıkıyorum yataktan. İlk işim, oğlumu uyandırmak. Gözünü açar açmaz “Ben küçük bir tilki yavrusuyum.” diye başladığı oyununa eşlik etmek ile “Hadi bakalım, geç kalıyoruz.” arasında gidip geliyorum. Çoğunlukla kendimi oyunda buluyorum. Bir yandan da geçen dakikaların hesabını tutuyorum içimden.
“Akşam anne tilkinin sürprizi olacak.” ile ikna oluyor altı yaşındaki koca yürekli oğlum. Üstüne, yüzünde kocaman bir gülümseme. Çıkıyoruz yataktan, derken ikinci telefon sesi duyuluyor mutfaktan. Her sabah aynı cevapla açıyorum telefonu: “Günaydın. Geliyoruz.” Servisin birkaç dakikaya kapımızda biteceğinin telaşı üstümde. “Annee bulutlar hareket ediyor, arabalarımla biraz daha oynayabilir miyim?” soruları, “Hey hey! Günaydın çocuklar.” şarkısı ile benim telaşımı asla paylaşmayan oğlumla ortak bir dil yakalama çabam, “Hadi oğlum, hadi oğlum.” kelimelerine dönüşüyor bende.
Oğlumu servise teslim edip el salladıktan sonra koşarak içeri girip bir çırpıda hazırlanıyorum. Yokuş aşağı koşarak inerken cebimdeki telefona bile bakmıyorum. Erken çıkmış olsam da koşarak iniyorum hep o yokuşu ben. Geçen her otobüsün beni Çengelköy’e, vapura ulaştırması konforu ile durağıma varıyorum. Cep telefonumu çıkarıp bakıyorum saate. Sekiz olmamışsa bu defa o kocaman gülümseme benim yüzümde yerini buluyor.
Vapura bindiğim zamanı çok seviyorum. Gün içinde kendimle kaldığım tek an, vapurdaki sürem. Ekim soğuğunun hissedildiği sabahlardan biri. Şöyle bir silkelenip otobüsten iner inmez elimle kapatıyorum önümü. Saati gelmeden biniyorum vapura. Ezbere bildiğim denize, kıyılara bakmayarak kitaba veriyorum kendimi. Çevredeki sesler uğultu olarak geliyor, silikleşiyor dakikalar geçtikçe.
Kalabalıklaşıyor içerisi bir iki dakika içinde. Sonlara doğru öbek öbek geliyor yolcular. Uzaklaşıyoruz iskeleden. Tam kapanmayan vapur kapısından içeri gelen sigara kokusu ekmek kokusu gibi geliyor burnuma. Eğdim kafamı yine kitabıma. İnsanların buluşma mekânı olan iskeleye yanaşınca kapadım kitabı, karıştım kalabalığa. Vapura yetişmiş, kitabımı okumuş olmanın hafifliği ile yürüdüm işe… Bir sabahı daha atlatmıştım. Sıra günü öldürmeye gelmişti.
__________________________________________________________________________________
Fotoğraf yazara ait, iskeleye vardığı andan.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansıile lisanslanmıştır.
“Anne Tilki Vapurda&rdquo için 1 yorum