2000+

Adlı Adınca

Birkaç yıl evvel katılmayı çok istediğim bir kongreden kabul aldım. Hemen annemi arayıp İstanbul’a geleceğimi söyledim, havalara uçtu sevinçten. Heyecanı geçince de soluksuz soru sormaya başladı: Kaç gün kalacaktım? Aaa, yine gelişimle dönüşüm bir mi olacaktı? Sahile de gider miydik?

Sonraki günlerde kim olduğunu asla hatırlayamadığım, bir telefon rehberi dolusu teyzenin tebriklerini iletti bana. Bildirimin kabul almasına çok sevinmiştim ama annemin bu hayli sıradan işi, tüm arkadaşlarına böyle olağanüstü bir başarı gibi anlatmasından dolayı yerin dibine geçtim utancımdan.

Program ilan edildi. Kongre annemlerin evine yürüme mesafesindeki bir mekânda yapılacaktı, o andan sonra büsbütün hararetlendi soruları: Gelip beni dinleyebilir miydi? Kendime şöyle genç işi bir takım alacak mıydım? Acaba hocamla beni bir akşam yemeğine çıkarabilir miydi?

İstanbul’a uçtuğum güne dek her gün uzun uzun yanıtladım sorularını: Hayır, sanırım, beni dinleyemezdi. Hayır, elbette, yeni bir takım almayacaktım. Hocamı yemeğe çıkarmak mı? Yok, daha nelerdi!

Sunumdan önceki akşam çalışmak için eskiden benim olan odaya kapandım. Annem sürekli sessiz konuştuğunu düşünerek birilerini aradı, balkondan komşusuna seslendi, ses yaptığı için kocasını azarladı ve önüne başka komutlar eklediği cümleleri hep aynı şekilde bitirdi: Çocuk dersini sunacak. Beni aramayın, zili çalmayın, televizyonun sesini kıs!

İşimi bitirip mutfağa gittim, çay içtik, havadan sudan konuştuk, sustuk ama annemin kıpır kıpır kıpırdanmasından bir şey söylemeye çalıştığını anladım. Sonunda dayanamadı zaten o da, “Galiba feminizmle ilgili bir şeyler?”dedi. Suçüstü yakalanmış gibi bir panikle abartılı, biçimsiz bir kahkaha attım. Yok yahu, ne alakası vardı? (Annemin aklımdan geçenleri de duyduğunu unutmuştum.)

“Duydum da sen anlatırken… Sinema demiştin ama?”

“Filmler, filmlerdeki erkekler… ” diye bir şeyler geveledim. Baktım toparlanmayacak, “Zaten ben kendimi feminist olarak tanımlamıyorum.” dedim küt diye.

Yine havaya suya döndük. Kalkarken, “Olabilirsin de tabii, ben ne diyebilirim ki buna?” dedi.

Sorusunda bir şey asılıydı, belki hayal kırıklığı, belki ne gereği vardı diye çınlayan bir merak. Belki de benim evhamımdı bunlar, bilmiyorum. Eveledim geveledim, ele avuca gelir bir şey diyemedim. Gece boyu da iki lafı bir araya getirip meramımı anlatamadım diye hayıflandım durdum. “Anne, valla bölmeyeceğim ben sınıfı! Biliyorum, herkes eşitse herkes özgür.” İşte hepsi hepsi buydu bence duymak istediklerinin.

Sabah yeniden binbir ısrarla gelip beni dinlemek istediğini söyledi. Mümkün olduğunu bilsem de bunun imkânsız olduğunu söyledim önce. Bu yalandı. Sonra da onu salonda görürsem çok heyecanlanacağımı. Bu doğru. Bedenini masanın altına doğru iterek “Kenarda köşede otururum, görmezsin anneciğim.” dedi.

Annemi üzmek ile “galiba feminizmle ilgili bir şeyler yapmak”tan doğan garip mahcubiyetim arasında gittim geldim. Bir denge tutturma umuduyla çıkışta sahile inmeyi önerdim. Hemen geldi neşesi yerine. Tam çıkarken kapıda beni baştan ayağa süzdü, giysilerimi beğenmediğini anladım ama yine “nenem gibi siyah siyah giyinmişsin”, demek yerine uzunca iç geçirdi. Bunun üzerine sahil planını biraz daha genişlettim, olmadı, yüzündeki hoşnutsuzluğu dağıtamadım bu kez.

Annem söylediğimden de erken gelmiş kongre salonunun kapısına. Sigara içenlerin yanında durup sohbetlerini dinlemiş. Birinin sunumunun övüldüğünü duyunca belki benden bahsediyorlardır diye düşünüp sevinmiş. Sahile de o neşeyle indik, çay içtik, bütün akrabalar ve komşular hakkında tafsilatlı dökümler aldım, tatlı yedik, erkek değiller miydi, en iyisinin köküne kibrit suyu döktük falan. Ve bir anda, “Anne feminizmle ilgili bir şey değildi ya!” deyiverdim ben. Ne çalıştığımı (evet, filmlerde kadınlar, erkekler falan), ne düşündüğümü (hayır, kadınların sınıf dışı sorunları da vardı), hâlâ ne olduğumu (elbette, önce herkes için eşitlikti) detaylıca anlattım. Ama feminist olmadığım kısmını (yok, adlı adınca feminist demiyordum zaten kendime) biraz hızlı geçtim. Sonra sonra sabah yalan söylediğimi de anlattım. Çalıştığım şeylerden memnun olmaz diye çağırmamıştım onu beni dinlemeye. Annemin gözleri kızardı sinirden. Ben manyak mıydım? Sadece soruyordu yani, ben manyak mıydım? Başka bir şeye üzülmüş olup olmayacağını sorunca daha çok kızdı. En çok buna alındığını sonradan öğrendim. “Ben seni orada dersini sunarken görsem sevinçten benim göğsüm nasıl kabarırdı, hiç düşündün mü? Patlardı be göğsüm!” dedi ve başladı ağlamaya.

Yine hayli sıradan bir şeyi olağanüstü bir hâle getiriyordu ama haklıydı, sınıfı bölmeyeceğim anne demeye dilim varmadığından bir çuval inciri berbat etmiştim. Neyse ki ağlaması saydırmasından kısa sürüyordu da birkaç dakika sonra, “Hadi kalk, sana bir ayakkabı alalım ama şöyle şık bir şey, böyle günlerde giymelik.” dedi.

Kalktık çarşıya yürüdük, ama ayakkabı almadık, bira içtik, güldük. Daha çok gülsün diye bir sürü şaka yaptım, sonunda “Eşek sıpası!”nı kapınca da ohhh nasıl ferahladım!


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Adlı Adınca&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: