Öğretmeni okulun ilk günü “Tatilde ne yaptınız?” diye sorduğunda verecek havalı bir cevabı olmayan her çocuk gibi üzerimdeki taşra sıkıntısını atabilmek için tüm seçenekleri zorluyorum. Yalıya[i]Çocukluğumda “yalı” kelimesi benim için İyidere’nin çarşısına verilen isimdi. Çarşıya denize yakın olduğu için “yalı” dediğimizi çok sonra öğrendim. tek başına gidebilmek için çok küçük, bebeklerine ot kaynatarak zamanı öldürebilmek için ise artık büyüğüm. Üstelik babamın mâlî tatili Rize’nin meşhur ikinci çay[ii]Türkiye’de çay hasadı yılda üç ya da dört sürgün döneminde yapılır. Halk arasında ikinci çay olarak adlandırılan bu sürgün dönemi genellikle haziranın ortasında başlayıp … Continue reading yağmuruna denk geldiği için her sene ancak üç ya da dört kez denize gidebiliyoruz. Yağmur bitse İyidere’nin denize akıttığı çamur bitmez, çamur bitse babamın bizi denize ya da başka bir yere götürmeye zamanı olmaz… Ancak o sene kararlıyım, döndüğümde arkadaşlarıma anlatabileceğim güzel bir hikâyem olsun istiyorum. Yine yağmurun havayı iyice serinlettiği bir gün babamla fabrika yoluna düşüyorum böylece. Çantamda ilk dijital fotoğraf makinemiz, aklımda bir çay belgeseli fikri.
Babam köyümüzdeki çay fabrikasına aslında senede sadece bir gün, hesap yapmak için uğrardı. Kendisi henüz çocukken babaannemin yetiştirmeye başladığı çayın yarıcı[iii]Yarıcı, tarlayı ekip biçerek ürünü mal sahibiyle yarı yarıya bölüşmek üzere çalışan kişidir. ile hesabını kapatır, fabrikayla payımıza düşen kuru çay için ufak pazarlıklar yapardı.
O gün fabrikaya giderken yolda Fikri Abi’yle karşılaşıyoruz. Bir anda “Bizim kız fabrikayı merak etmiş, çay nasıl yapılıyor gösterir misin?” diye soruyor. Fikri Abi sanki her gün 11 yaşındaki bir kız çocuğuna fabrikayı tanıtıyormuşçasına atlıyor bu göreve ve bizi boş fabrikanın içinde yarım saat boyunca bir makineden diğerine gezdiriyor. O makineleri bildiğince anlatırken babam çocuk gibi etrafı kurcalıyor ve yer yer babaannemin çayı elle topladığı zamanlardan bilgiler paylaşıyor. Çaya makas vurmanın bir zamanlar devlet tarafından yasaklandığını o gün öğreniyorum ama bir türlü koskoca çaylığın elle toplandığına inanmak istemiyorum:
“O zamanlarda çayın içinde çöp olmasın, çay bitkisi zarar görmesin diye çayı elle toplamak şarttı. Çok sonra, çayın iyice bollaştığı ve artık köylerde çay toplamaya insan kalmadığı zaman makasa izin verildi. Tüm halaların hatta amcan bile çaylıkta büyüdü bu yüzden. Anam bir tek bana çay toplattırmadı.”[iv]Bugün annemden öğreniyorum ki onun evlendiği sene, 1982’de çay hâlâ elle toplanırmış: “Babaannenle çayı üç, dört sene elle topladık. Sonra makas geldi, evet, ama 1993’ten sonra … Continue reading
Fabrikada yerde öbek öbek çay çöpü, yani çayla birlikte kesilen küçük dal parçaları görüyorum. Fikri Abi farklı bantlarda kurutulup paketlenen çayları göstererek bu çöp işini açıklıyor:
“Bak, bu çuvalı görüyor musun? Bir tane çöp çıkmaz bu çayın içinden, bu yüzden yurt dışına satılır. Size verilen paket çay ise bak şurada. Bu çayın içerisinde az da olsa çöp vardır, üçüncü sınıf kalite çaydır bu. Bunun dördüncü sınıfı da var he, yanlış anlamayasın.”
O an farkında değilim ancak kameram Uğur Dündar’ın içerisinde hamam böceği gezinen fırınlara yaptığı baskın haberlerinin açısıyla, Fikri Abi’nin sadece omuzlarından aşağısını kaydediyor. Babam konuştukça konuşuyor, ben ise sessiz bir göz olarak dolanıyorum fabrikada. Çay kokusu hâlâ burnumda.
Belgeseli çektikten sonraki günlerden birinde evimizin karşısında annesiyle çay toplayan 12-13 yaşlarındaki bir kızı gözetliyorum balkondan. Kızla hayali bir konuşmanın içerisinde buluyorum kendimi: “İstanbul’dan geldik biz ama belgesel bile çektim ben fabrikada! Ver bakayım şu makası, öyle çaylığın içine giremem ama şu kenardan toplarım ben de.” Bunu babama söylediğimde babam apaçık gülüyor bana, “Sen çay makası tutmayı, çay toplamayı kolay mı sandın?”
Belgesel arkadaşlarımın ilgisini hiç çekmiyor, sonrasında babamın hard diskinin çalınmasıyla meçhule karışıyor. Artık ne Fikri Abi ne babam hayatta. Ne de o fabrika, aynı fabrika.
Annem fabrikanın el değiştirdiğini ve bize artık çay verilmeyeceğini söylerken mutfakta son çaylarımızdan biri ağır ağır demleniyor.
Görsel: Banu Akkalkan
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansıile lisanslanmıştır.
↑i | Çocukluğumda “yalı” kelimesi benim için İyidere’nin çarşısına verilen isimdi. Çarşıya denize yakın olduğu için “yalı” dediğimizi çok sonra öğrendim. |
---|---|
↑ii | Türkiye’de çay hasadı yılda üç ya da dört sürgün döneminde yapılır. Halk arasında ikinci çay olarak adlandırılan bu sürgün dönemi genellikle haziranın ortasında başlayıp ağustosta biter. Resmî mâlî tatil ise her sene 1-20 Temmuz tarihleri arasındadır. |
↑iii | Yarıcı, tarlayı ekip biçerek ürünü mal sahibiyle yarı yarıya bölüşmek üzere çalışan kişidir. |
↑iv | Bugün annemden öğreniyorum ki onun evlendiği sene, 1982’de çay hâlâ elle toplanırmış: “Babaannenle çayı üç, dört sene elle topladık. Sonra makas geldi, evet, ama 1993’ten sonra da babaannen çayı yarıcıya verdi zaten.” |
“Meçhul Bir Çay Belgeseli&rdquo için 1 yorum