2000+ 1980'ler

Kış Ayini

Annelerimizin kuşağı kışa hazırlık işlerini hep ciddiye aldı, hep daha telaşlı, hep daha görev bilinciyle eylediler, ürettiler. Yoksulluğun öğretisiyle pişirdiler ellerinin altında ne varsa. “Canım domates çorbası isterse çıkarıp pişiririm.” düşüncesini hiç okumadım o sıkış tepiş koşuşturmacalarda. Daha çok varlığı idare etme, varlığını idame etme, yoklukla mücadele etme ve dayanışma ruhu hâkimdi. Bunu çok sonra kadınlıkla ilişkili -ki bunun başka hâli yok- düşündüğümde ise bir haller oldu bana.

Her yere/yöreye veya bütçeye, bahçenin bereketine göre evin kışa hazırlık işleri farklılık gösterebilir. Benim çocukluğumun geçtiği yerde kışa hazırlık işleri, Tanrı’nın bir buyruğuydu âdeta.

Kazan kazan domatesler salça olmak için güneşe yatırılır, metrelerce kumaşa domatesler, biberler, patlıcanlar serilirdi. Otlar, yemişler, meyveler kurutulur, bozulmasın diye türlü türlü yöntemlerle muhafaza edilirdi. Torbalarda acurlar, sivri biberler, koruk üzümler, turşu olmak için sırasını bekler. Sirke yapmak ise hep ciddi bir iş. Erişteler kesilir, tarhanalar basılır, balkonlara, damlara, teller ve ipler gerilir rengârenk dolmalık biberler yerini alırdı. Biberler ve patlıcanlar kuruyunca rüzgârın etkisiyle çıkardıkları sesleri hatırlıyorum.

“Bu kadar dolmayı nasıl yiyeceğiz?” diye sorardım anneme, “İlla ki çıkaracağız bir kısmını.” derdi. Bunu tanıdık eş dosta eli boş gitmemek olarak anlıyordum. Babaannem bunu tüm gelinlerine öğütlemişti: “Elin açık olmazsa güneş de cömert olmaz, bahçenin de bereketi kaçar.”

Bir de bu zamanların bir kokusu vardı; tencereler fokurdayınca tüm evi saran, evden sokağa taşan reçel kokuları ve eve hapsolan, tüm o zamanlara hükmeden sirke kokusu. Bu kokuların, seslerin, rengârenk görüntülerin izlerini takip etmekten başka isteğim yok şimdi.

Tüm bunlar üzerine düşündüğümde kadın olmaya dair en gizil öğrenmelerim açığa çıkıyor. Doyuran, sakınan, çocuklarını, ailesini kışın getirdiği yokluğa karşı koruyan çırpınışlar.

Babaannem beliriyor gözümde ilkin, bir ağaç kadar sakin ve halinden hoşnut, asla şikâyet etmiyor. Ardından dev bir kaygı bozukluğu yumağı olan annem beliriyor. Bizde nur topu gibi tahribatlar bırakacağından bihaber, en ufak bir yanlışa tahammül etmiyor ve sadece getir-götür için lazım olduğumuzda görünmemizi istiyor. Tabii o ciddiyeti ve kararlılığı anlamaya yetmiyordum henüz. Diğer kadınlar belli belirsiz, bir gelip bir kayboluyorlar ama birkaçı hep orada bulunuyor. Hepsi tek bir organizma gibi, muhteşem uyumlu bir ekip. Biri ateşten sorumlu, biri soyuyor, biri doğruyor, biri pişiriyor, biri kavanozlara koyuyor, biri kazanı karıştırıyor, mutlaka bir bebek meme için ağlıyor. Hepsinde tek bir ruh var gibi, hepsinin inandığı bir. Hepsi birden kutsal bir geleneği yerine getiriyor, ayin yapıyorlar gibiydi gözümde. Meme isteyen bebeği de herhangi biri emzirebilir pekâlâ.

Ağustosun sonlarıyla eylülün başları, sanıyorum çoğumuz evlerimizde hâlâ kışa hazırlık geleneğini sürdürüyoruz. Bu işlerin, kadınları bir emek sömürüsü döngüsüne hapsettiği de bir gerçek. Ben, şimdi, bu döngüye gönüllü katılıyorum; son birkaç yıldır benim için mutfakta kış için üretmek, babaannemin ve annemin kuşağının izini sürmek, onların hareketlerindeki anlatıyı okumak, o anları çağırmak, bana kendimi o ayine mum yakmış kadar rahatlamış hissettiriyor. Onlarla bütünleşmek ve onlardan bir parça olmak hissi.

Şimdilerde bu geleneği sürdürmek epey pahalıya patlıyor gerçi. Her hafta işten dönüşte evimizin iki sokak ötesindeki çarşamba pazarına uğruyorum. Bu gidişimde adımlarım sabırsız. Bir iştahla kilolarca sebze aldım. Sanki bir şeyi birdenbire anımsamış gibi bir refleksle. Patlıcan, biber közleyecek, domates konservesi yapacak ve buzluk için fasulye ve bamya pişirecektim. Fakat her şey ateş pahası! Pazar arabaları ancak yarı yarıya dolu, homurtulara karışık mutsuzluk ve umutsuzluk halleri vardı her tezgâhta.

Benim gibi kışa hazırlık törenine yetişmeye çalışan kadınlarla karşılaşınca birbirimizi telaşımızdan tanıyıp sohbet ediyor ve fiyatlardan yakınıyorduk:

-Kaç liraymış abla?
-On beş lira, az ötede on ikiye var, ama içi geçmiş onların, konserve yapacağım ben.
-Sos yapacağım ben de, bu yıl az olacak. Bamya turşusu da yapmak istedim ama kilosu çok para.
-Yemeğe zor buluyoz kızım turşusunu mu kuracağız? Alacaksan ince uzun olanlardan al, iki ilerdeki tezgâhta vardı, sor oraya.

Vazgeçiyorum ben de bamya turşusundan, yemeye bulamıyorum çünkü, ne turşusu?

Ellerimi kollarımı onca yükle gören eşim hayretle karşıladı beni. Babamlar da hayretle karşılardı her yıl onca işi, kışın sofralarda onca şeyi yerken bahçenin kış mevsiminde ürün vermediği akıllarına gelmezdi sanırım.

Saatlerce mutfakta çalıştım, arada yorulup sigara yaktım; annemin, yengelerimin ve teyzelerimin bir araya gelip onca işi nasıl yönettiklerini hatırlamaya çalıştım. Çoğumuz bu işleri hâlâ ayakta tutuyor belki. Çocukluğumdaki zamanları düşündüğümde bu işlerin dönüştüğünü, çoğu evlerde artık yapılamadığını, hem zaman hem para olarak oldukça maliyetli olduğunu görüyorum. Anlıyorum, annemin evinde nispeten devam etse de o eski ayinlerin tadı tuzu kalmadı artık.

Geçen hafta annemi aradım, kışa hazırlık yaptığımı söyledim, güldü: “Sen yapamazsın, bırak, ben hepinize yaptım, kargo gönderirim.” dedi. Bana bir şeyler olduğunu, ellerimin ellerini taklit ettiğini, kaygılarını bedenimde taşıdığımı, zincirin bir halkası olduğumu, bu kışın uzun geçeceğini, bir şeyler yapmam gerektiğini hissettiğimi, ayine mum yaktığımı, tüm bunları ona nasıl anlatacaktım?


Görsel: Banu Akkalkan

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansıile lisanslanmıştır.

Kış Ayini&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: