Yirmi bir yaşımdayım. Kasım sonu ya da Aralık olmalı, hava yeni soğumaya başlıyor. Ona “Seninle bir şey konuşmak istiyorum, çıkışta konuşsak olur mu?” demiştim. “Olur tabii.” demişti, muhtemelen söyleyeceklerimin üzerinde çalıştığımız tiyatro oyunu ile ilgili olduğunu düşündü ya da hastaneden henüz çıktığım için sağlığımla ilgili bir şey konuşmak istediğimi.
Az sonra tiyatro salonunun olduğu binanın önündeki kocaman çınar ağacının altındaki tahta bankta yan yana oturuyorduk. Öylesine güzeldik ki: Ağaç, ben ve O…
O açık renk bir kot pantolon giymiş, üzerinde gri-mavi bir hırka, saçları ve gözleri bal rengi, gamzesi gülümsemese bile orda, gülümsedi mi daha da çok orda. Ben bordo bir elbise ve bordo hırka giymişim, saçlarım ipek, upuzun, kahverengi, aralarda birkaç parça kızıl ve mavi boyalı. Saçlarım, eteğim ve ağaç hafif rüzgârla uçuyoruz. Kendimi öyle hafif hissediyorum ki! (muhtemelen tansiyonum düşük)
Bal rengi gözleri ve gamzesi hareketleniyor, dudaklarında bir gülümseme “Özlem, seni dinliyorum.” diyor. Dudakları… Biraz kızarıyorum. Gülümseyerek gözlerine bakıyorum, kahverengilerim bal rengine karışıyor. “Seni seviyorum ben.” diyorum. Hemen başımı önüme döndürüyorum ve tam o anda bir yaprak kucağıma düşüyor, film yapsalar sahne böyle olur sanki. Ellerim hemen yakalıyor yaprağı, sanki onunla meşgul olmak için önüme dönmüşüm, sözlerimin etkisinden değil gibi. Yaprağın rengi kahverengi, bal rengi karışımı, elimde yavaşça döndürüp bakıyorum, sert ama narin. Heyecanlandığını hissediyorum, çok şaşkın… Bir şeyler mırıldanıyor, sesi çok şaşkın ama sevinçli gibi. Susuyor, sonra elimi sımsıkı tutuyor, onun da yüzü kızarmış şimdi, yanaklarımızın pembeliği aynı, öyle duruyoruz bir süre.
Ben, O ve çınar ağacı… O an kısa belki ama kalbimin çarpışı, sevinci çok uzun sürmüş gibi geliyor ve o anı hatırladığımdaki his, zaman içinde değişse de uzun zaman zihnimde…
Nasıl bir anda ona “Seni seviyorum ben.” diyebildiğim, biraz yaşam, ölüm ve zamanla ilgili o dönemlerdeki düşüncelerimden. İşimin felsefe olması oldukça yakın bir zamana denk gelmesine rağmen birçok kişi gibi yaşamı, ölümü, zamanı sorgulamaya çocukken başlamıştım. Örneğin henüz alt yedi yaşlarımdayken bir şeyler düşünüyor olmadığım hiçbir anın olmadığını fark etmiştim; düşünmemeye çalışsam da düşünmediğimi düşündüğümü. Buradan yola çıkarak zihnimin yok olmayacağını, böylelikle ölümden sonra da düşünebileceğimi…
Yaşam, ölüm ve zaman üzerine fikirlerim o zamandan bu yana tabii ki birçok kez değişti. Özellikle yirmili yaşlarım başlarken ne kadar zamanım olduğuna takılmıştım. Sevdiğim insanlar daha ne kadar yaşayacaktı? O dönemlerde bu soru en sevdiklerimi öpmeden evden çıkmamama, sık sık onları ne kadar sevdiğimi söylememe neden olmuştu. Yaşam çok güzeldi, ama ya kısaysa? Birkaç önemli olay çeşitli biçimlerde tekrar tetiklemişti bu düşünceyi…
İşte bu aşk ilanı böyle bir olaydan sonraydı. Bir anda başlamasına rağmen iki günde iyice fark ettiğim kulağımdaki çınlamanın rahatsız ediciliği ve üçüncü gün hastaneye gittiğimde testlerden sonra doktorun “Ani işitme kaybı geçiriyorsunuz, on gün hastanede kalacaksınız, serum tedavisi olacak, duymanız geri gelebilir ama gelmeyebilir de, çünkü buraya gelmek için çok beklemişsiniz. Bir kulağınız duyma yetisini kalıcı olarak kaybedebilir.” cümlesiyle şaşkınlık içinde hastaneye yatışımın yapılması bu olaylardan biriydi. On gün boyunca doktorların her dediğini dikkatlice yaptım, sakince serumlarımı aldım, hatta durumumu düşünürsek fazlaca sakindim (sonradan öğrendiğim, rahatlatıcı bir ilaç da verdikleri) ve neyse ki altıncı günde kulağım duymaya başladı! Nasıl bir mutluluk!
Böyle belirgin bir sağlık problemi yaşayan birçok kişi gibi hemen zaman, yaşam ve ölümle ilgili düşünmeye ve yaşama daha da sarılmaya başladım. İnsan bir anda sağır olabildiğine göre bir anda ölebilirdi de çünkü. Ölüm zaten kesin, ama ne zaman? Ne kadar zaman var? Bilmemek iyi sanki. Bir film vardı, “Ölüm kesin, yaşamak ihtimal. İhtimalin peşinde ol.” diyordu yaşlı adam. İşte hastaneden çıktıktan bir hafta kadar sonra, hastane yorgunluğu ve yeniden duyabilmenin sevinci karışmış, halsizliğim henüz geçmemişken kendimi bu güzel adamın karşısında bulmuştum.
Yaşamak ihtimaldi, ya bir ihtimal o da beni seviyorsa?
Görsel: Banu Akkalkan
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansıile lisanslanmıştır.
“Güzel İhtimaller&rdquo için 1 yorum