Annem ameliyat oluyor. Hastanedeyiz. Annemi durdurmak mümkün değil. Kendine geldiği ilk andan itibaren “Şimdi biz kalkıp eve gitsek, n’olur?” diye başlıyor huzursuzlanmaya. Eve en yakın hastaneyi seçmiş zaten ameliyat olmak için; pencereden bizim site görünüyor.
“Bak!” diyor, “Ev ne kadar yakın… Kimse anlar mı ki kalkıp usulca giyinip gitsek?” Gülüyorum annemin bu hastaneden kaçma teşebbüslerine.
Televizyonu açıyorum, sevdiği bir şeyler buluruz belki. Hiçbir şey bulamıyoruz. O kanaldan bu kanala zaplıyoruz. Narkozun etkisiyle bütün gün uyuduğu için gece boyu cin gibi annem. Benim gözlerim kapanıyor ama ayakta kalmaya çalışıyorum; yaralı bereli kalkmaya çalışacak, bir şey olacak diye. Ara ara gözlerim dinlemiyor beni, kapanıveriyor. Diken üstünde bir uyuklama halindeyim. En ufak tıkırtıda hopluyorum yerimden.
-Anneğh! n’apıyorsun?
-Bir şey yok!
Kumandayla uğraşıyor.
“Neyse ki sabah taburcu olacağız, bu kadını bir geceden fazla burada tutmak imkânsız olurdu.” diye geçiriyorum içimden.
Babam sabah arabayla almaya geliyor bizi. Bitik haldeyim, rahatsız hastane koltuğunda toplasak onar dakikalık uyuklamalarla bir saat uyumuşum uyumamışım. Arabayı zar zor park ediyoruz. Annemin kapısını açıyorum. Babam “Ben fırına uğrayacağım” diyor. “Kızım sen çay koy.” Ya sabır çekiyorum. Niyet ettim Allahım bu aile evi serüvenimde babamla kapışmamaya.
-Hı hı. Hım hum.
Bir şeyler geveliyorum uykusuzluktan kızarmış gözlerimle.
İç sesim telkin ediyor beni: “O da fırına gitti işte, iş bölümü gibi düşün bunu.”
Diğer iç sesim ona çıkışıyor: “İyi de biz kahvaltı yaptık ki hastanede! Bize sordu mu? Kendi kahvaltısını kendi… Neyse neyse.”
Eve geliyoruz. Annem (annem ve benim) hazırladığımız yatağına yatıyor. Ben çay koyuyorum, kahvaltılıkları çıkarıyorum masaya. Babamın gelmesini bekliyorum, annem kapıyı açmak için ani bir hareketle fırlamasın diye. Babam anahtarını aldı mı almadı mı bilmiyorum.
Babam gelir gelmez, “Biz kahvaltı yaptık sana afiyet olsun.” diye duşa atıyorum kendimi. Oh be dünya varmış diyerek odama çekiliyorum sonra. Annem bütün gece uyumadığı için uyuyor. Babam kahvaltısını yapıyor mutfakta, salona geçiyor, televizyonu açıyor. Evdeki sesler olağan, her şey yolunda gibi. Ben de bir şeyler okuyayım bari. Dur bir çay alayım kendime.
Mutfağa bir giriyorum; masanın üstünde birtakım tabaklar, çatallar, bir şeyler…
Telkinci olmayan iç ses: “İnsan tabağını çatalını makineye de koyabilmeli yahu, bitap durumdayız zaten görmüyor mu bu adam?”
Telkinci iç ses: “Vallahi benim de söyleyecek bir şeyim yok bu sefer, ama dur bir sakin sakin birlikte yaşama kurallarını konuşun istersen, daha bir hafta burada kalacaksın kavga gürültü olmasın yine…”
Telkinci olmayan iç ses telkinci iç sesime hak veriyor. Sakin bir ses tonuyla giriyorum salona. “Herkes kendi kapısının önünü süpürse bütün sokak temiz olur.” tadında basit bir konuşma yapacağım ki babam “Sana yumurta haşladım kızım.” diyor. “Protein al biraz. Masanın üzerinde bak.”
O an babamın bana sunumu kötü olan -ekmek kırıntılarıyla dolu masanın üstünde duran kendi kahvaltı bulaşığı sandığım iki üç boynu bükük tabak- bir kahvaltı hazırladığını anlıyorum. Ne yalan söyleyeyim duygulanıyorum, belli ki babam da niyet etmiş bu aile evi serüvenimde benimle kapışmamaya. Ve yumurta yemememe rağmen yiyorum o haşladığı yumurtayı.
Görsel: Banu Akkalkan
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansıile lisanslanmıştır.
“Babam Bana Yumurta Haşlamış&rdquo için 1 yorum