Anneannemin yazları göçtüğü yaylada, en küçük kız çocuğu bendim. Benden bir kaç yaş büyük olanlar bile en azından zincir çekmeyi yani örgü örmeyi biliyordu. Ellerinde mil (tığ) ile büyüklerle vakit geçirebiliyorlardı. Anneanneme ne kadar söylesem de öğretemedi bana. Hep bir yere koşturmak zorundaydı. Kışın çarpım tablosunu öğreten anneannem, yazın zincir çekmeyi öğretememişti, çünkü zamansal olarak ritmimiz uyuşmuyordu. Kışları o boştu, benim okulum vardı; yazları onun tarla işleri vardı, ben boştum.
Çocukken örgü örmek bir yaz etkinliğiydi. En son ısrarlarıma dayanamadı, ‘’Git Fadime Ana öğretsin.’’ dedi. Fadime Ana, adından hiç de tahmin edilmeyecek gibi genç bir kadındı. Ben altı, yedi yaşindayken o kaç yaşında olursa olsun benim için büyüktü, ama sanırım evlenmekte geç kaldığı için ona böyle deniyordu.
Elimde anneannemin eski örgülerinden kalan ip ve elime tutuşturduğu mil ile gittim yanına. Kısa zamanda ipi elime dolamayı, mili tutmayı öğretti. Ben de inat etmiştim. Büyüklerle oturup herkes örgü örerken ben de örecektim. Zincir çekmeyi öğrendim, “su taşı” dedikleri bir modeli de öğrendim. Zaten her şeyin temeli o, su taşı. İlk ördüğüm şey, sabunlukta sabunların altına koymak için minik bir şeydi. Günlerimi almıştı onu örmek. Şimdi bir saat bile sürmez. Anneannem ilk ördüğüm şey diye yıllarca kullandı onu.
O günden sonra ne zaman okul tatile girse yazları bir şeyler örmeye başladım. Modeli kurup da nasıl örüleceğini anladıktan, ördüğüm şeyi hemen bitirmek gibi lanet bir huy edindim. Atkı mı örüyorum, geceleri bile uyumazdım. Şal mı başladım, sabah akşam örerdim. Herkes çok maharetli olduğumu düşündü, ama ailemin kadınlarıyla birlikte zaman geçirmenin bir yolu olduğu için, bunu yaptığımı kimse fark etmedi. Bir şeyi bitirip yenisine başlarken konuşuyorduk, paylaşıyorduk. “Bunu böyle yap, şunu şöyle yap.” demeleri hoşuma gidiyordu. Bir de onlara hayranlığım daha çok artıyordu. Anneannemin, babaannemin ve annemin her el işine hayranlıkla bakıyorum. Biliyordum ki orada bir emek var, ama örgü örmekte çoğumuzun farkında olmadığı bir matematik de vardı. Motifler ince bir hesapla kuruluyor ve ufak bir yanlış tüm modeli bitirebiliyor. Kaç kere sonuna geldiğim şeyleri söktüm de yeniden ördüm, bu yüzden.
Bir de, nerede okuduğumu hatırlamadığım bir cümle yıllar önceden, kadınların ördükleri örgüyle zamanı tanımladıklarına dair. O günden beri daha dikkatliyim. Mesela anneannem yıllarca giydiğim yeleği, tarladan iyi bir ekin kaldırdıkları sene ördüğünü söyler. Babaannem başka bir şal için halanın evlendiği sene örmüştüm dedi. Annem benden sonra iki kardeşimin kullandığı battaniye için “Sana hamile olduğumu öğrendiğimde ördüm.” diye hâlâ söyler, ne zaman günletmeye çıkarsak eski eşyaları. Ben de ne vakittir önemli bir şey olsa örmeye başlıyorum. Zamanı takvimden bağımsız kayıt altına tutuyorum.
Mezun olduğum sene kocaman bir battaniye ördüm, anneannem de benzeri bir şey örmüştü o günlerde. Ördüğü son şey o oldu. Hâlâ hayatta anneannem, ama o battaniyeden sonra bir şey öremedi. Anneannemle belki de birlikte ördüğümüz son ortak şey o battaniye.
Görsel: Banu Akkalkan
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Örgücülük&rdquo için 1 yorum