2000+

Atlar ve Şekerpare

Anneannemin en sevdiği hayvan at. Bir de babasının av köpeği varmış, Yaman. Kızıl-kahve tüylü, kulakları kıvırcık. Onu seviyor. Ha, bir de kendi kedisi varmış küçükken, sarı
bir kedi, adını hatırlayamıyorum şimdi onu da severmiş. Bir dönem Abdülhamit’in vagonunda kalmaları gerekmiş ‘İstasyon Şefi lojmanı’ hazır olana kadar. O zaman istasyon
içinde vagon çekilirken kedi atlamış ve geri dönmemiş. Bu yüzden kedileri pek sevmiyor.

Büyükada’yı çok ama çok seviyor anneannem. Ama şu fayton işi çok canını sıkıyor. Bir gün pazara gitmek için evden çıkıyoruz. Şekerpare mevsimi. Pazar için akşamı beklersek
şekerpareler bitecek, o yüzden her seferinde öğlen sıcağında gitmemiz gerek, sanki akşam pazarı kavramını bana öğreten anneannem değilmiş gibi. Şekerpareye bayılıyor anneannem, şekerpare zamanı pazardan her dönüşümüzde, kaldırıma oturup ezilenlerden üç beş tane yiyip öyle gidiyoruz eve.

Elimizde pazar arabası, bisiklete binmeyi öğrenmek için adaya gelmiş insanların arasından karşıya geçmeye çalışarak gidiyoruz o gün pazara. Çarşıya da uğramamız gerek çünkü. Tam karşıdan karşıya geçerken yolun ortasında anneannem bir faytona bakakalıyor, öfkeli. Atın her yeri kırbaç yarası, damarları patlamak üzere. Ama yine de deli gibi yukarı koşmaya
çabalıyor kırbacı yedikçe. Bazen ahırlardan kaçar atlar, özgürce adada koşarlar. O zaman anlar insan tutsak olmak ne demekmiş, anlıyor insan.

Anneannem sinir içinde bağırıyor adama, ”Yavaş ol! Yavaş!” sonra bana dönüp “Hayvanın kalbi patlayacak, damarlarını gördün mü?” diyor sesi titreyerek. Ve ezberlemek için üç kere plakasını tekrar ediyor faytonun. Koşarak karşı kaldırıma gidiyoruz, beni girmiş olduğu kolumdan çekiştiriyor. Meydanda bisikletlilere bağırıp çağırmakta olan, her zaman sinir olduğum zabıta memuruna gidiyor anneannem, öfkeyle “Bu faytonların hali nedir? Rezalet! İşkence ediyorlar hayvanlara resmen!” diye bağırıp çağırmaya başlıyor. Uyuz adam “Belediyeye abla, belediyeye.” gibi abuk bir şey söylüyor, adama sinir olduğum kadar var.

Şekerpareyi falan unutan anneannemle beraber, kol kola koşarak belediyeye gidiyoruz, neden koştuğumuz konusunda ikimizin de bir fikri yok ve kesinlikle çok komik görünüyoruz. Atları kurtarabileceğimizi sanıyoruz galiba. Belediyenin nedense sahil tarafına koşmuşuz, telaştan olsa gerek.

Anneannemi terler içinde gören bir sağlık memuru ya da adları her neyse, sağlık kabininden fırlıyor dışarı, anneannemin tansiyonunu ölçmek ve onu oturtmak istiyor ama
anneannemi tutabilene aşk olsun. Oğlana anlatıyor derdini anneannem, oğlan da “Ah teyzecim, her gün neler neler oluyor, bisikletle atın altına giren mi istersin, kalp krizi geçiren, dalağı patlayan at mı istersin?” gibi, neden bunları sinirden beyin kanaması geçirmek üzere olan bir insana söylediğini hâlâ anlayamadığım laflar ediyor. İki saniye sandalyeye çökmüş olan anneannem bu laflar üzerine fırlıyor, ben atkı gibi peşinde savruluyorum.

Belediyeye giriyoruz. Anneannem sanki Fatma Girik’miş de bir yeri basıyormuş gibi, hırsla odaya dalıyor. Bas bas bağırarak faytonlar, atlar, ölüm, vicdan, rezalet, derhal gibi kelimelerle olayı anlatıyor da anlatıyor. Sonunda faytonun plakasını söyleyip susuyor. Anneannemin anlatma rüzgârı dinince, bir tane zabıta memuru diyor ki, “Teyzecim, bizden bütün yetkileri aldılar, Büyükşehire devrettiler. Biz sadece olay anını görürsek ceza yazabiliyoruz, elimizden bir şey gelmiyor.”

Anneannemle şekerpare filan almadan eve dönüyoruz. Dönüş yolunda anneannem ağlıyor.


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansıile lisanslanmıştır.

Atlar ve Şekerpare&rdquo için 1 yorum

  1. Ne iyi oldu atların faytonlara koşulmaması artık. Bu yazı bir kez daha ne güzel anlatmış. Keşke oradan gönderilenlerin de akıbeti iyice takip edilebilseydi. Ama devam etmeyeceği için yine de sevindirici.

Bir Cevap Yazın

Şenlik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et