2000+

Kozadan Çıkış

2014 yaz mevsimindeyiz, Temmuz ya da Ağustos’tu tarihi net hatırlayamıyorum, ilk defa eyleme katılacağım. Heyecan, korku, endişe var içimde, en çok tarif edemediğim bir coşku. Öyle bir zinciri koparıp özgürlüğe kavuşacakmış hissi ile doluyum ki içim içime sığmıyor. Konuyu eşime açana kadar biraz karın ağrısı hissediyorum, nasıl söyleyeceğimi sürekli prova ediyorum, ondan izin almak istemediğimi ama onu umursadığımı bilsin istiyorum. “Benim kararım, öyle istiyorum!”u net, düz bir şekilde anlasın, saygı duysun diye bekliyorum, nasıl tepki vereceğini pek kestiremediğimden kaygılıyım. “Nereden çıktı şimdi bu?” diyebilir. Nereden çıktı sahi?

Gezi eylemlerini daha ilk günlerinde yakından takip ediyordum, kurumsal bir şirkette çalışıyordum, günler epey yoğun iş temposuyla geçiyordu, pek yakın olmadığım bir arkadaş “Haydi Taksim’e!” diye ofisin ortasında bir teklif savurdu, ben epey heyecanlandım “Hadi gidelim.” dedim. Ne için gideceğim, neden gideceğim bilmiyorum, insanlar gidiyor katılmak istiyorum. Benden başka heyecanlanan umursayan olmadı, teklifi getiren arkadaşın da hevesi kaçtı, gitmedik. Sonraki günlerde de planlı yaz tatilimize çıktık, sonra işler çığırından çıktı, gazlar, tozlar derken hiç gidemedik, sadece sosyal medyadan tepki verebildim. Oradan içimde bir boşluk, bir suçluluk hissi kaldı, belki de eylemlerden çok oradaki coşkuyu, kaynaşmayı yaşayamadığım için eksiklik hissetmiştim bilemiyorum.

O duyguların da etkisiyle epeydir istediğim bir programda yüksek lisansa başladım. Siyaset ve politikayı daha iyi anlamak kavramak istiyordum esasında. İlk dönemin ilk dersi Uluslararası İlişkiler Teorileri dersi idi, içinde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Feminist Eleştirel Teori” başlıklı ödev konusu ilgimi çekti. Cinsiyet eşitliği konusunda daha çocukluğumdan itibaren yaralarım vardı fakat kendime feminist kadın sıfatını hiç yakıştıramamıştım, zira ben erkeklerden hoşlanıyordum, erkek karşıtı değildim ki(!)

Dersin ödevini hazırlamaya başladığım andan itibaren kafamın açıldığını, dünyamın aydınlandığını hissetmeye başladım. Bir kadın olarak yaşadığım zorlukların, bu zorluklarla baş etme yöntemlerimin, karşılaştığım cinsiyet ayrımcılıklarının sadece benim başıma gelen bir durum olmadığını, bütün kadınların hikâyeleri ile bir yerden kesiştiğini öğreniyor, yalnız olmadığımın farkına varıyordum. Araştırdıkça, okudukça, sorguladıkça ufkum genişlemeye, algılarım açılmaya, öfkem kabarmaya başlamıştı. Benim haberim olmayan bir dünyada kadın hareketi diye bir şey olduğunu otuz yaşıma kadar fark etmemiş olmanın hayal kırıklığını yaşıyordum bir yandan. Peki neden haberim yoktu? Ben sosyal bir insandım, olabildiğince dış dünyaya açık bir insandım fakat bildiğim tek feminist grup Mor Çatı idi. Bu sorunun peşine düşerek tezsiz yüksek lisansımı tezliye çevirip benim gibi kadınların kadın hareketinden ne kadar haberdar olduğunu araştırmaya niyetlendim. İşte bu niyet ile her şeyin teorisini okuyarak öğrenemeyeceğimi, sahada olmam gerektiğini düşündüm.

O yazın gündeminin İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesi ve kahkaha eylemleri olduğunu hatırlıyorum. Sözleşmesi’nin kazanımlarını tezim için notlar alırken bir yandan da ezberlemeye, aklıma iyice yazmaya çalışıyordum. Aynı zamanda her gün öldürülen bir kadın haberi ve her geçen gün büyüyen bir öfke ile doluyordum. Kadınların bu öfkeyi sel gibi akıttığı, tepki verdiği sokaklarda, kalabalığın içine karışmak, ben de yürümek istiyordum.

Nasıl haberim oldu bilemiyorum, sanırım Facebook’tan duyurusunu görmüş ve ilk eyleme katılma kararını böyle almıştım. Ödevlerimi editleyen, sunumlarımı dinleyen eşimin de farkındalığının arttığını görüyordum. Ama yine de pat diye paylaşamadım fikrimi. Ona söylediğimde “Nereden çıktı?” demedi, sadece güvenlik endişesini dile getirdi, ben de o zamanlar kadın eylemleri kadar haklı bir eylem olmadığına kimsenin çatışma çıkarmayacağına ve şiddet görmeyeceğine inanıyordum. O pazar günü temizlik yapamayacağımızı, yemek işine de benden destek gelmeyeceğini söyledim. Eyleme katılmak için bir amacım vardı, gözlem yapacaktım kendimce, ortamın havasını soluyup tezime de aktaracaktım. Benim sıkıntım tek başıma gidecek olmamdı. Öğrendiğim her bilgiyi ilk fırsatta yakın arkadaşlarımla paylaşıyordum; fakat onlarda ne bendeki heyecanı ne de hevesi görebiliyordum. “Haydi eyleme gidelim.” diyebileceğim hiçbir kadın arkadaşım yoktu.

Sonra Facebook’tan bir arkadaşımın da eyleme katılacağını gördüm, yazıştık, kendisi basın fotoğrafçısı olarak yer alacağını ama mutlaka görüşeceğimizi de söyledi. Eylemin yapılacağı yer ve saati biliyordum, fakat içeriği hakkında hiçbir şekilde bilgi sahibi olamamıştım, bir teması var mıydı? Neye karşı düzenleniyordu bu eylem? Hiç bilmiyordum. Ne giyeceğim konusunda bile epey kafa yormuştum, mor kıyafet giysem iyi olur diye düşündüm ama hiç mor tonlarında bir şeyim yoktu, yaz günlerinde bile yanımda mutlaka bulundurduğum şallardan içinde pembe çiçekler olanını seçtim. Renkli olmak istemiştim içten içe.

Eylemin başlangıç noktasına heyecanlı fakat bir o kadar da ürkek bir şekilde yaklaşmıştım. Kimseyi tanımadan kalabalığın içine karışmak onlarla aynı eylemi gerçekleştirmek tuhaf gelmişti. Ebleh ebleh etrafıma bakıyor, arada sırıtıyor, göz göze geldiğim kadınlarla karşılıklı gülümsüyordum. Kendi aralarında şen şakrak konuşan, şakalaşan kadınları izliyor, sohbetlerini dinliyordum, koşa koşa, zıplaya zıplaya gelip birbirine sarılan öpüşen kadınlara gıpta ile bakıyordum. Sanki protestoya değil de bir kutlamaya, bir eğlenceye gelmiş gibi bir hava vardı ortamda. Kalabalık büyüdü, büyüdü, düdükler ötmeye, zılgıtlar çekilmeye başlandı. Elinde mikrofon olan kadın yürüyüşü başlattı, ilk sloganları haykırmaya başladı. O neşeli kadınlar aynı coşkuya öfkelerini katık ederek hep bir ağızdan tekrar ediyorlardı sloganları, “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz!” Bu sloganı çok sevdim ve daha nice sloganların haykırılması ile tüylerim diken diken oluyordu. Dövizleri okuyordum, şiddete karşı, patriyarkaya karşı yazılmış şahane sözlerdi hepsi. Büyülenmiş bir halde yürüyordum. Yürüyüş başlamadan önce bir sepette dağıtılan düdüklerden bir tane de ben almıştım, arada kalabalığın ritmine göre ben de öttürüyordum; fakat iş slogan atmaya gelince sesim bir türlü çıkmıyordu.

Kısık seslerle eşlik ediyor ama bağıramıyordum, biri olsa yanımda, tanıdık bir kadın, daha rahat olacaktım, kendi sesimden utanarak sanki playback yapar gibi dudaklarımı oynatıyordum, bir yandan utanç da veriyordu bu bana fakat bağırma cesaretini, gücünü gösteremiyordum. Hani rüyanda bağırırsın bağırırsın da kimse duymaz, hareket de edemez öyle kalırsın, işte onun gibi bir şeydi yaşadığım. Önce herhalde sloganları ilk defa duyduğum için diye düşündüm; fakat sonraki tekrarlarda da eşik edemedim bir türlü, yavaş yavaş, biraz biraz sesimi çıkarmaya başlamıştım ki eylemin sonuna geldiğimizi anladım. Basın bildirisini sonuna kadar dinledim, eyleme katılan tek tanıdığım arkadaşımı da bu sırada kısaca görebildim sadece, en sonunda halay çeken kadınları da izledikten sonra evin yoluna düştüm. Bu eylemin benim için son olmayacağını anlamıştım fakat eksik kalmıştı bir yanım, öyle güzel haykırıyordu ki kadınlar neden ben sesimi çıkaramamıştım? O kalabalığın içinde belki yalnızdım ama o kalabalığın ta kendisiydim ben, her kadından bir parça bende, benden de bir parça oradaki her kadında vardı bunu anlamıştım. Bir kelebeğin kozasından çıkması gibi başka bir dünya açılmıştı o gün önümde, daha yürünecek çok yol olduğunu kavramıştım bir de asla yalnız olmayacağımı.

Tez yazma sürecim uzun sürdü, bu süreçte 25 Kasım eylemlerine, 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşlerine her birinde yanımda farklı bir arkadaşımla, kimi zaman hocalarımla katıldım. Fakat çoğunluk tek başıma gittim meydanlara. Sloganlara gür bir sesle eşlik ederek, coşkuyu da heyecanı da her defasında ayrı bir bütünleşme ile yaşadım, yaşıyorum. Son yıllarda sakatlık, hamilelik, küçük bebek bakımı gibi fiziksel kısıtlamalar sebebiyle katılamasam da yürüyüşü an be an izliyorum sosyal medyadan. Kol kola girip gideceğim kadınlar da olacak, yine tek başıma morlu pembeli yola düştüğüm de. Yaşadığım sürece o kalabalığın bir parçası olduğumu biliyorum ve o kalabalık kadınlar da benim içimde, hep benimle biliyorum.


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Kozadan Çıkış&rdquo için 1 yorum

  1. gülnihal bülbül

    çok güzel ifade etmişsiniz

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: