Beşiktaş’taki evimde pazar kahvaltısı masasındaydım. O zamanlar adetim olduğu üzere Radikal gazetesini didik didik ederken birdenbire ağlamaya başlamıştım. Henüz öldürülmüş bir kadının hikâyesi miydi okuduğum, yoksa mezarının toprağı çoktan çökmüş bir kadının ardı sıra gelen adalet arayışının hikâyesi miydi hatırlamıyorum. O güne planlı bir eylem vardı haberdar olduğum, hem de kadın cinayetlerine karşı. “Gidiyorum!” demiştim masadaki arkadaşıma aniden verilmiş görünen bir kararın keskinliğiyle. Hani “Feminist Gece Yürüyüşü”nün çağrılarında kullanılan videolardaki, beklenen vaktin geldiğini anlayıp bir saniye daha kaybetmeden, yalın bir kendiliğindenlikle kapıları artlarından çekip çekip nereye gittiklerini çok iyi bilerek sokakta yürümeye başlayan kadınlar gibi.
O güne kadar üç yıldır yaşadığım İstanbul’un feminist hareketinden de eylem hareketliliğinden de haberdardım haberdar olmasına, ama tek başıma kalkıp gitmeye cesaret edemiyordum bir türlü. Hani baksanız neredeyse kendimi bildim bileli feministtim, teori bilmeden, hissen. Daha çocukluktan bir şeylerin ters gittiğinin sezgisel bilgisiyle. 80 darbesi sonrasında doğup zamanın merkez sağının temsil ettiği ortamlarda büyümüş, üstüne üstlük memleketin darbe sonrası apolitikleşme tarihinde önemli bir işlevi olan bir üniversitede okumuştum. Politik bilincim kendi kendine filizlenmeye çalışmış, ancak sonunda güdük kalmış, beraber büyüdüğüm öfkem akacak mecrayı bulamamıştı.
Hızla masadan kalktığım o gün 2011 yılına denk düşüyordu. Sıcak bir yaz günüydü ve eylem de neredeyse günün ortasına koyulmuştu. Buluşma yeri Tünel’e nasıl gitmiştim bilmiyorum. Toplanan kadınlara bakarken arada Beren Saat çarpmıştı gözüme. Basın mensuplarının da gözüne çarpmış olmalı ki Saat’in etrafında hummalı bir çalışma vardı. Acaba akranım olan bu ünlü kadın, eylemcilikte benden deneyimli miydi yoksa onun da benim gibi eli ayağı titriyor muydu?
Eylem usulü adabı bilmediğimden geriliyordum, ama etrafımdaki kadınlara baktıkça tatlı tatlı heyecanlanıyordum da. Yürürken slogan atmadan da ara ara alkışlarla ilerlemek mümkündü tabii. Sloganların cazibesine kapılıp ben de atmaya kalktım, ama sesim kendime o kadar yabancı geldi ki durdum. Tekrar denedim, ama yanımda gürül gürül akan seslere yaklaşamıyordum bile. Sanki herkes bir tek benim o çatal çatal ayrılan, bir inip bir çıkan titrek sesimi duyuyor, bana bakıyordu. Diğerlerine karışmıyor, ayrıksı duruyordu sesim. Çok utanıyordum, ama geri de durmak istemiyordum. Sesimin titremesini önlemeye, diğerlerine karıştırmaya çalışıyordum, ama pek başarılı olamıyordum. Bir de gözlerim doluyordu.
Yok artık! Slogan atamıyorum diye ağlayacak değildim herhalde.
İş sloganla kalsa iyiydi. Bir de beraber yürüyüş ritmi diye bir şey vardı. Başımı alıp gidemez, şaşkın şaşkın etrafıma bakınırken arkamdan gelenlerin önünde engel oluşturamazdım. İlk adımlarımı atmaya başladıktan sonra farklı sokaklarda tek başıma ya da arkadaşlarımla o anki koşullara uygun bir ritim tutturarak yürümeyi öğrenmiştim. Ancak bir amaç uğruna toplanmış bir kalabalıkla beraber ses çıkararak yürümek, çok da kolay bir şey değildi. Bir de aralarda dur kalklar vardı. O gün olmamakla beraber elbette kaçlar.
Etrafımdakilere bakıyordum rüyadaymış gibi, göz göze geldiklerimden güç alıyordum. Yürüyüş ne zaman nasıl sona erdi bilmiyorum, ama Tünel’den giren kadınla Taksim Meydanı’ndan çıkanın aynı kadın olmadığını bugünden bakınca daha iyi görüyorum.
O gün beni masadan kaldıran kadının kim olduğunu hatırlamaya çalışırken Anıt Sayaç’ı açtım, belki yardımcı olur diye. Sayaç, erkekler, çoğunlukla da en yakınındakiler tarafından öldürülen kadınları medyaya yansıdıkça isim isim kayda geçmeye çalışan dijital bir platform. Siteyi açınca karşımıza an be an tuğla tuğla örülen bir cinayet duvarı çıkıyor. Beyaz fon üzerinde siyah tuğlalar içinde yan yana, alt alta dizili kadın isimlerine baktım öylece. Belirli bir isim üzerine odaklanmayınca görüntü flulaşmaya ve bütün isimler birbirine girmeye başladı. Yıl filtresi uygulayarak belki biri tanıdık gelir de hatırlarım diye umdum. Ekrana yaklaşıp uzaklaştım, isimlerin üzerlerine tıklayıp künyelerini okudum. Hatırlar gibi olduğum bazı isimlerin hikâyelerini araştırmaya koyuldum; ne var ki o ismi bulamadım.
Yıllarca kadın+larla yan yana yürüye yürüye, onlara baka baka sesim ne zaman ne kadar çıkması gerektiğini, diğer seslere karışıp o müthiş kolektif iradenin sesiyle nasıl birleşmesi gerektiğini, adımlarım yoldaşlarımın adımlarına uyumlanmayı öğrendi, öğreniyor.
Yalnız ne kadar yürüsem de slogan atarken hâlâ gözlerim doluyor.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Benim de okurken doldu…