2000+

Anneannem ve Örümcek

Bilgisayarımın üzerinden hızla bir örümcek geçiyor. Örümcek, göze çarpacak kadar büyük ama hızlı hareket etmese pek de fark edilmeyecek ebatta bir mahluk. Ön bacaklarını başına siper alıp geri geri giderek bilgisayarımın kulaklık girişinin hemen altına saklanarak bana bakmaya başlıyor. Örümcekler aslında teknolojiye ilgi duyuyor, diye düşünüyorum. Zaten ağ örmekteki maharetleri geometri bilgisiyle düşünebildiklerinin bir göstergesi olarak neden kabul edilmesin ki?

Bir süre sonra benim onu kovmadığımı idrak edip güvende olduğunu hissetmiş olacak ki önce klavyemin sonra da ekranın üzerinde seri sıçrama ve ani durma hareketleriyle ufak bir gezintiye çıkıyor. Bilgisayar ekranında o sıralar aldığım permakültür eğitimine ait içerikler var. Bir süre daha ekranın üzerinde kendine bir yer seçip burada bekliyor, belki de içerikleri inceliyor. Ekrana yansıyan içeriği değiştiriyorum. Örümcek şaşırmadı. Hareket etmiyor. Yakından bakmak için burnumu ekrandaki örümceğe doğru yaklaştırıyorum. Ani bir hareketle zıplayarak bilgisayarımdan uzaklaşıyor. Benimle etkileşime girmek istemedi. Muhtemelen gördüklerini, duyduklarını, öğrendiklerini kafasında döndüre döndüre ağ örecek.

Anneannem beş şişle çorap örüyor. Renk tercihleri epey karanlık. Yüzünde her zamanki memnuniyetsiz ifade var.

Sevgi, şefkat, memnuniyet, etkileşim kurmak bizim ailenin kadınlarının pek deneyimli olduğu alanlar değil. Bu sonuca basit bir deneyimden varmıştım. Çocukların büyüklerine sarıldığı, sevgi gösterdiği bilgisi bende vardı. Küçükken anneanneme bir keresinde büyük bir sevinçle sarılmış ama karşılığını pek alamamıştım. Zaten yarı yıl tatillerinde gördüğü bana pek hal hatır sormazdı ama ben televizyona dalmış bakarken bazı can alıcı sorular sormaktan kendini alamazdı. Bunların en sık tekrar edeni “Baban sana para veriyor mu?” sorusuydu. Bazen “Evet.” der geçer, bazen de “Hayır vermiyor sen verir misin?” diye takılırdım. O zaman zor duyan kulaklarını bahane ederek “Ay ben duymuyoom!” der ve kaçarak uzaklaşırdı.

Üniversitenin ikinci senesi annem bana ilk şahsi dizüstü bilgisayarımı almıştı. Evde bilgisayarın kurulumunu yaparken anneannem uzaktan uzağa epey ilgi göstermişti. Yakından ekrana bakmış ama bozmaktan korkarak pek dokunmamış sonra da içeri kendi odasına (dedemle ayrı odalarda kalıyorlardı), muhtemelen beş şişine, dönmüştü. İlk cep telefonuma da benzer uzaktan bir ilgi duymakla yetinmişti.

Bilgisayarımın altına saklanan örümceğe bakarken anneannemi düşünüyorum. Beş şişle karmaşık ve zor örgü desenleri yapan birinin analitik zekâsı da gelişkin olmalıydı. Bugüne kadar ördüğü karmaşık desenlerdeki dantellerle Platon’un yalnızca geometri bilenlerin girdiği akademisine girebilirdi. Belki, televizyonun üzerine koyduğu dantel hiç sahip olmadığı, başkasına ait teknolojiye bıraktığı bir imza sayılabilirdi. Belli ki teknolojiyle bu şekilde ilişki kuruyordu. Benimle etkileşime geçtiği anlar ise sınırlıydı. Sürekli sorduğu bir soru hariç. Bazen yanıma yaklaşır “Sen kelem ne biliyor musun?” diye sorardı. Sonra da kendini yanıtlarcasına bilmiş bir ifadeyle “Lahana… Bizim orada lahanaya kelem derler.” derdi.

1932 doğumlu anneannemin gururlanarak anlattığı bir okumayı sökme hikâyesi vardı. Öyle ki yaşadığı köye çocuklar için Kuran kursu açan bir hoca geliyor. Köyün çocukları arasından Arapça alfabeyle okumayı ilk söken anneannem oluyor ve hoca onu tebrik ediyor. Hayatında yaşadığı bu başarı anını anneannem de, annem de unutmuyor. Hatta annem annesinin çalışkan bir öğrenci olduğunu bu hikâyeyle bize aktarıyor.

Bir gün anneannemin sağ kaşı morarmış şişmiş, çünkü önceki akşam ufak bir kapı kazası olmuş. Elektrik düğmesi kapının arkasında kalıyor. Öyle ki lambayı açmak için önce mutfağa girip arkanızdan kapıyı kapamalı ve düğmeye ulaşmalısınız. Gece mutfağa girmek üzere kapıyı açan annem, karanlıkta mutfakta iş yapan ve o sırada kapının arkasında olan anneannemi görmemiş ve kapı anneannemin yüzüne çarpmış. “Ne yapıyorsun karanlıkta ışığı açsana anne!” demiş annem. Anneannem ise “Elektrik faturası çok geliyor” diye cevaplamış.

Oysa burası yoksulluğun yaşandığı bir ev değildi. Bankada anneannemin de dedemin de kendilerine ait ayrı hesaplarda epey bir birikimi vardı. Hem bahçe ve tarlalara sahip olmasından dolayı gelen mahsul gelirleri var hem de bu tarlaların bazıları tarım arazilerine doğru durmaksızın genişleyen Bursa’da epey para ediyor. Anneannem bu birikimi kendi hayatı için kullanmaz ama para sahibi olmanın getirdiği güçten epey hoşnut olurdu. Onun için para, harcamak için değil biriktirmek için vardı. Dedem de epey varsıldı. O, maddi varlığını para isteyen akraba ve torunlarına kendisini dinletmek için kullanırdı. Anneanneme böyle bir talep gelince hemen ortamdan kaçardı. Zaten ona çok ilişen de olmazdı. Akrabalar, aile bireyleri, çevremizdeki insanlar, en çok da babam, o kadar paraya sahip olup hiç harcamamalarına içten içe sinir olurdu. Babam, hem dindar insanlar olmalarına hem de varsıl olup para harcamamalarına ve paylaşmamalarına istinaden onları “örümcek kafalılık” ile suçlardı.

Anneannem aslında yaşamadığı bir yoksulluğu yaşar gibiydi. Markete gittiğinde parası çıkışmazmışçasına en ucuz ürünleri bulmak için oradan oraya koştururdu.
Hatırlıyorum, markette çoğu zaman en alt raflara doğrudan eğilip bakardı. Her şeyin çok pahalı olduğundan dem vururdu.
Akşamları elektrik açmadan karanlıkta otururdu.
Pek bir şey satın almaz, hiç bir şeyi de atmazdı.
Belki de ailesinde savaş döneminde elindeki birikimi acil durumlar için saklama kaygısı vardı.
Bu da ona aktarılmıştı. Fark etmeden bu örüntüyü takip ediyordu.

Anneannemin komşusu, arkadaşı vardıysa da ben ilişkileri hakkında ne yazık ki çok izlenime sahip olamadım. Bazen dedeme ait telefon defterinin içine iliştirdiği kendi arkadaşlarının, komşularının, dört kızının, iki damadının ve tüm torunlarının telefon numaralarını yazdığı kâğıttan bir numara çevirirdi. Kulakları ağır işittiği için numarasını tuşladığı karşı taraf bağırarak konuşur, söylediklerini sürekli tekrarlardı ve her seferinde daha çok bağırırdı ki anneannem duysun. Bu konuşmalara odaklanmak ya da kulak misafiri olmak benim için epey zorlayıcı bir deneyimdi.

Anneannemin annesini ve anneannesini bir keresinde anneme sormuştum. Annem, kendi anneannesi Münire’nin, ev kadını olduğunu, üvey anne ile büyüdüğünü ve kendisi küçükken onun yanında oldukça sıkıldığını söylemişti. Benzer bir eğilim bende de vardı. Anneannem hayattayken o yaşamaz hayatı yaşamasından, karanlık ve iç karartıcı renklerde ördüğü çorap ve hırkalardan oldukça sıkılırdım. Üstelik anneannemin işitme cihazından sürekli tiz sesler yükselirdi. Bu da yetmezmiş gibi sürekli kısa aralıklarla balgam çıkarır gibi sesler de çıkarırdı. Annem, anneannemi kulak-burun-boğaz doktoruna götürdüğünde doktor bunun bir tik olduğunu, boğazında bir sorun olmadığını söylemişti. Kullandığı ilaçlar da hiç fayda etmemişti. Belki de bu boğaz temizleme refleksi psikosomatikti. Ya da kim bilir boğazında düğümlenen, söyleyemediği bazı şeyler vardı.

Anneannemin anneannesi hakkında ise pek bir şey bilmiyoruz. O aile ağacının silik kadını. Tek bildiğimiz 20-22 yaşlarındayken ikinci doğumdan sonra öldüğü… Demek ki Münire Hanım annesiz büyümüştü. Kızı, yani anneannem Hacı Teyze-Remziye Hanım anneyle sağlıklı bağ kurmaktan azade bir çocukluk yaşamış olmalıydı. Anneannem torunlarının bakımına yardımcı olmuştu ama ben veya diğer torunlarıyla oyun oynadığını, pek sevgi gösterdiğini hiç hatırlamıyorum.

Buna karşılık anneannem Bursa Çekirge’deki evinin biraz aşağısında bulunan doğum hastanesine giderdi. Burada doğrudan yeni doğan ünitesine yönelir ve cam arkasından yeni doğan bebeklere bakar, orada saatler geçirirdi. Acaba orada ne görür, ne düşünürdü…


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Anneannem ve Örümcek&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: