Televizyon karşısındaki tekli koltukta, annemlerin akşam bizden habersiz pişirip afiyetle yediği kestanelerden kalanları kemiriyorum. 1999’un ikinci yarısıydı; tek katlı, bahçeli, müstakil bir evden, bu apartmanın en üst katına yerleşmiştik. Şanslıydık, kimseye bir şey olmadı depremde. Duvarlardaki çatlaklar ne kadar şanslı olduğumuzu bize her gün hatırlatıyor.
Annem konfeksiyoncuda çalışmaya başladığından beri okul dönüşünde evde yalnız kalıyorum. Önlüğümü yere fırlatıp tekli koltuğa kuruluyor, akşam biri eve gelene kadar oradan inmiyorum. Bazen mahalleden arkadaşlarla oynamaya çıkıyorum. Ev beşinci katta. Aşağı in, oyna, terle, su içmeye yukarı çık, çok yorucu.
Bir oyun geliştirmişiz, beş katı en hızlı kim inecek, kim çıkacak? Süre tutuyoruz. Ben olanca cılızlığıma rağmen, abimler kadar hızlı inebiliyorum aşağı, merdivenleri üçlü, üçlü atlıyorum. “Tilki” diyorlar bana.
Televizyon karşısında olduğumu çok iyi hatırlıyorum, İngilizce öğreten programlardan biri açık. Gözümü kapatıyorum, açtığımda bahçedeyim. Ne ara indim? Deprem mi oldu? Sol elimde evin anahtarı, çıkarken yanıma almayı akıl etmişim. Eve mi dönsem? Titriyorum, “Depreme sakın merdivenlerde yakalanma.” demişti teyzem. Ya yine deprem olursa? Mahalleli aşağı iniyor. Titriyorum. Anneme gitmeliyim.
Annemin çalıştığı atölyenin yerini çok iyi biliyorum. Ben üç yaşındayken yakın komşularımız taşınmıştı o binaya. O zamandan beri sık gider gelirdik. Konfeksiyon işini de onlar buldu, bodrum katında annem çalışıyor. Özleyince görmeye gidiyorum, sevmiyor iş yerine gelmemi. Herkesin çalışmasını aksatıyormuşum. Annem çalışmasına devam ediyor, ben onu uzaktan izleyip özlemimi gideriyorum.
Yola koyuluyorum.
Fırını geçince yukarı çıkan sokakta, soldan üçüncü bina.
Çocuk parkına gelmişim.
Çok yürümüşüm, geçmiş olmalıyım!
Fırını göremedim daha?
Geri mi dönsem, biraz daha mı ilerlesem?
Bir kadınla göz göze geliyoruz, bana bakıyor, ben ona bakıyorum.
-Kayıp mı oldun sen?
Sokak kalabalık. Yaşlılar, gençler, çocuklar… Yeni, deprem olmuş kargaşası. Aniden herkes bana bakıyor. Sanki o an herkes susuyor, ağaçlardaki kuşlar, kaldırımdaki köpekler bile kafasını kaldırıp bana bakıyor.
Hayır hayır! Kaybolamam ben, bu sokakları çok iyi biliyorum. Burası kafama salıncağın çarptığı park işte. Geri dönmeliyim. Biraz yaşlıca bir adam önümü kesiyor.
-Nereye gidiyorsun sen?
-Annemin iş yerine gidiyorum!
-Annen nerede çalışıyor?
-Ben biliyorum!
Ağlayacağım, ağlamamalıyım, titriyorum iyice. Koşarak sıyrılıyorum herkesin arasından, kimse durdurmasın beni n’olur, ağlayacağım. Kaybolmamalıyım, annemi bulmalıyım. Bu sokakları çok iyi biliyorum. Hah, işte fırın! Yukarı çıkan sokak şu olmalı? Oraya hiç benzemiyor, belki şu taraftadır? Yok yok, bu sokağı deneyeyim! Atölye orada! Ağlamıyorum, ağlamıyorum.
Aşçı Teyze beni görüyor, annemi çağırıyor. Koşarak sarılıyorum anneme, o an yaygarayı basıyorum. Titreyerek ağlıyorum.
-Kızım üstüne bir şey giymedin mi? Donmuşsun!
-Aa abla, terlikle fırlamış dışarı, çorapları bile yok!
-Kış günü üşüteceksin çocuğum!
Aralarında en genç olanı, beni en çok seveni, alıyor beni bir koltuğa oturtuyor, sakinleştiriyor. Başka bir kadın, artık parçalardan bir çift çorap dikmiş, “Kusura bakma kalın kumaş yoktu.” diyor, mahcup bir şekilde buz kesmiş ayağımı giydiriyor. Aşçı Teyze bana bir bardak çay getiriyor. Genç bir kadın bana şakalar yapıyor. Bir zaman sonra soruyor:
-Sağ elinde ne var senin?
Sımsıkı kapattığım avucumu açıyorum, içinde yarısı kemirilmiş kestane var.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Kaybolduğum Gün&rdquo için 1 yorum