Editörlerin notu: Şenlik’te temizlik dili ve edebiyatı isimli bir etiket var; bunun altında görünmez ev içi emeğe dair anılar topladık. Bu emeği görünür kılmak için bir de derleme işine girdik. Şenlik yazarlarına “çamaşır makinesi” deyince akıllarına geleni sorduk, hep beraber yazdık: Makineleri, çamaşır yıkayan bedenleri, kirlileri, çocukluk hallerini, tertemiz çamaşırların arkasındaki koca bir dağı, kadınları, aslında olanları… Cuma günleri Şenlik’te yaptığımız çamaşır makinesi yazılarımız şimdilik bitti ama çamaşır bitmez. Siz yazmak isterseniz: senlikblog@gmail.com
***
Pazar günleri, çocukluğumdan beri çamaşır günüdür. Annemin yaklaşan pazartesi ve iş başı stresiyle kirli çamaşırları aradan çıkarma çabası bende yer etmiş olsa gerek. Ya da başka ifadeyle çocukluk evimin organize zamanı artık yetişkin olup tek başıma yaşadığım evde de bırakmıyordu peşimi. Çalışan bir kadının -bu hikâyede annem oluyor- tek başına döndürdüğü bir fabrika gibiydi ev, her işin bir zamanı vardı, ola ki bir şey aksarsa her şey aksar gibi… Sözüm ona pazar günü yıkanmayan kirli çamaşırlar bütün haftayı ele geçirebilir. Çocukluğumun o telaşlı çamaşır günlerinden hatırladığım his adeta bir şeyi zamanında yapmazsan ev kendini imha eder gibi bir his. Eder mi ki gerçekten?
Bilmiyorum ama, pazarları çamaşır günüdür onu biliyorum. Dolayısıyla o pazar sabahı da kalkar kalkmaz çamaşırları yıkasam asmaya vaktim olur mu, olmaz mı düşünmeksizin ilk iş makineye tıkıyorum kirlileri. Halbuki yapmam gereken ne kadar iş var. Neyse çamaşırları uzun programa atıyorum ki, makine yıkarken ben de yazımı tamamlayayım. Taslağı tamamlıyorum, evde içim darlanıyor, dışarıda güneşli bir pazar… Atıyorum kendimi dışarı. Birileriyle buluşuyorum, eve dönesim yok. Günlerdir kendimi eve kapadığım için başka evlerde kalmak istiyorum. Sabah simidimi poğaçamı alıp eve geliyorum, şöyle güzel bir kahvaltı mı hazırlasam kendime diye kurmuşum ki makinedeki asmayı unuttuğum çamaşırlarla göz göze geliyorum. Makinenin içinden hafiften bir koku yükseliyor. Benim içimden bir gülme geliyor eee diyorum ev kendini imha etmemiş.
***
Çocukluğum… Cihangir… Şimdilerin pek havalı o zamanların sevgisiz bırakılmış, gri yüzleri kirli apartmanlarından biri. Biz bahçe katında oturuyoruz. Dairemizin bir tarafında kömürlükler, diğer tarafında çamaşırlık var. Çamaşırlık dediğim de karşılıklı iki büyük mermer tekne, altında odun yakılan bir sıcak su kazanı. Penceresi bahçeye bakıyor. Bahçede oynarken o pencereden, çamaşırlıkta buharların arasında telaşlı kadınları, annemi, babaannemi ve pencereden sızan odun kokusunu hayal meyal hatırlıyorum. Sonra çamaşırlık unutuldu. Diğer komşularımız gibi anneme de yardımcı gelmişti. Pazar günleri, banyo ve tuvalet (bizim evde ikisi ayrı ayrıydı) arasındaki hole koyduğu merdaneli çamaşır makinesi hatıralarımızdaki yerini aldı.
Çamaşırlığa gelince, son bir kez daha kullanıldı. Yıllardır yanmayan kazan acele ama acemice yakıldı. Küçük odayı çamaşırların mis kokulu buharları yerine dumanlar kapladı. Babam o pek özendiğimiz kütüphanemizden kitaplarımızı getirerek tek tek kazana attı. Elinden kurtarmaya çalıştığım kitaplar oldu. Nafile çaba. Evde de Ayşe ablanın ağlaması durmuyordu. Onların kitapları da gitmişti. Askerler, pis bıyıklı Oduncu’nun ihbarı üzerine alttaki kiracıları ve iki çuvalı sürüklüyerek götürmüştü. Öncesinde Ayşe Ablayı ve babasını da. O günün akşamı, evimizde sadece sakladığım yasaklı kitaplar, dökemediğim gözyaşlarım kaldı.
Yıllarca ne babam ne Ayşe Ablam ne de ben o güne dair tek kelime ettik. Çamaşırlıktan geriye aramızda bir utanç kaldı. Yıllar yıllar sonra bir gün, evlenince sokağımızdan ayrılan iki güzel çocuk annesi Ayşe Ablamın evine uğradım. Salonuna girmemle kütüphanesini görmem saniyeler aldı. Göz göze geldik, ağladık, ağladık.
Gül Turner
***
Ben de öğrenmek istiyorum hamur açmayı, minicik bir topu incecik ve kocaman yapmak bana büyü gibi geliyor. Tutturuyorum. Beş altı defa öğretmeyi deniyor anneannem ama, olmuyor. Bir türlü yapamıyorum, minik kareleri de düzgün kapatamıyorum zaten, sabrım yetmiyor. Açmam için hamuru yuvarlakken veriyor anneannem, “Böyle böyle yapacaksın.” diyor gösterirken. Ama merdane benim elime geçer geçmez, nasıl oluyorsa, ya dikdörtgen ya da patik formunu alıyor hamur. Bir iki kere de üçgen oluyor, sonra da bir daha vermiyor anneannem zaten. O yaz birkaç defa daha deniyorum hamur açmayı. Her seferinde ben tutturduğum için başlıyoruz hamur açma işine, ardından beceremeyince sıkılıyorum ve istemeye istemeye kendi yapıyor anneannem. Üstelik o sıcakta mantı yiyoruz bir de üstüne.
Anneannemlerin banyosunda merdaneli bir çamaşır makinesi var. Salı günleri dışında canımız ne zaman isterse çalıştırıp çamaşır yıkayabiliyoruz onunla. Aniden yükselen amonyak-karbonat-çiçek arası kokulu sert köpükleri ve merdanenin arasında sıkışan havlulardan fışkıran suyu seyretmeye bayılıyorum. Yıkama-durulama faslı bitip de ortalıkta köpük filan kalmayınca merdanelerden havluları iki üç defa geçiriyor anneannem, ama elimi kaptırırım diye bana izin vermiyor. Halbuki verse… Havlular her geçirilişinde “Ah!” diyorum içimden, “Şuradan vereceksin hamuru, frrrrt çıkaracak sana açılmış kâğıt gibi.” Bu düşüncemi hiç kimseyle paylaşmıyorum, elimi kaptırma korkusundan.
Aradan seneler seneler geçiyor. Partnerim bir proje için ev teknolojilerinin gelişimine bakıyor. Ara ara ben de yardımcı oluyorum. Bir gün birşey buluyorum, içim apaydınlık oluyor aniden. Evin içinde koşuyorum, “Kooooş kooooş bak ne buldum!”
Bir köy meydanında bir kadın, önünde merdaneli makine. Başka kadınlar sıra olmuşlar ellerinde hamurlar. Bizim kadın hamurları onlardan alıyor. veriyor makineye üç kere, dört kere. Kağıt gibi çıkarıyor.
***
Havaların çok sıcak gittiği yaz aylarından biri. İstanbul’da evlerde suyun akmaması normaldi o dönem, en fazla sıkıntı temizlik işlerinde yaşanıyordu. Bir tas suda bulaşık yıkamak, bir kazan suyla banyo yapmak, bir kova suyla evi silmek, tüm bunlar biraz suyla oluyordu da, çamaşır yıkamak için olması gereken kadar su lazımdı.
Evimiz dört katlı bir apartmanın en üst katındaydı. Annemin yakın bir arkadaşı da karşı apartmanın dördüncü katında oturuyordu. Onların apartmanının su deposu vardı. Çamaşır gününde uzunca bir hortum onların musluğa bağlanır aşağı sarkıtılır ve ucuna ip bağlayıp bizim kata çekilirdi. Bu hortum vasıtasıyla çamaşır için gereken su temin edilmiş olurdu. Bidonlar, kovalar ne varsa su ile dolardı. Hortumdan su akmaya başlayınca ablam ve kardeşim oralardaysa onları ıslatırdım. Evde bir çığlık, bağırış, gülme, kahkaha… Annem pek gülmezdi, o ziyan olan suya bakıyordu. Bir de zaten karşı apartmandan rica ile alınmış su olunca. Çok sürmezdi ıslatma keyfimiz.
Çamaşır gününe yarım gün giderdi. Merdaneli makinelerde program ve zaman ayarı yok tabii. Zaman ayarı yıkanan çamaşırları gözle kontrol ederek oluyordu. Annem ya ablama ya da bana gidip bakmamızı söylerdi. Çok acayip gelirdi bana. Bir makine, bir sağa, bir sola merdaneyi döndürüp duruyor. Kısa kısa sağ-sol, sağ-sol yapardı. Çamaşırlara bakar nasıl yıkanıyor ki böyle diye düşünürdüm. Sonra fark ederdim, o dönüşlerde çamaşırlar alta gidiyor üste çıkıyor ve sürtüne sürtüne yıkanıyorlar. Aslında her parça diğerini yıkıyor. İçeride bir acayip iş birliği!
Sıkma zamanı gelirdi sonra. En korktuğum kısım. Merdane hem kuvvetli hem sertti. Nasıl sıktığınız çamaşırın ne kadar buruşup ne kadar zarar göreceğini de belirlerdi. Annemin öğrettiğinden farklı, yanlış olduğunu düşündüğüm biçimde vermişsem çamaşırı merdaneye, bir mücadele başlardı aramızda merdaneyle. O ileri götürüp sıkmaya çalışır, ben doğru yapmak için geri çekmeye çalışırdım. Sonunda “Çattt!” diye bir ses çıkar ve merdane atardı. Çamaşır biter, makine temizlenir, tekerlekleri üzerinde yerine gider, örtüsü örtülürdü. Bir sonraki çamaşır gününe kadar.
***
Bu hayatta kimseden görmediğim yardımı senden gördüm. Kimse bana senin kadar iyilik etmedi. Hiç itiraz etmeden her istediğimi yaptın. Üstelik karşılık da beklemedin. Benim yerime koca dünyalarla baş ettin de bir gün olsun şikâyet etmedin. Senden kıymetlisi yok, evimin çiçeği. Daha uzun yıllar benimle kal, hiç ayrılmayalım olur mu?
İyi ki doğdun, iyi ki seninle yaşıyorum benim canım çamaşır makinem. Nice yıllara…
(Çamaşır makinesinin alındığı günden dört sene sonra faturasının üstüne şu notu yazmış, defterimin arasına koymuşum.)
Gif: 1969 yapımı, Atıf Yılmaz’ın filmi Menekşe Gözler’de dünyanın işini yapan Fatma Girik <3
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Büyük Çamaşır Makinesi Derlemesi – IV&rdquo için 1 yorum