1990'lar 1980'ler 2000+

Büyük Çamaşır Makinesi Derlemesi – III

Editörlerin notu: Şenlik’te temizlik dili ve edebiyatı isimli bir etiket var; bunun altında görünmez ev içi emeğe dair anılar toplanıyor. Şimdi bu emeği görünür kılmak için bir de derleme işine giriyoruz. Şenlik yazarlarına “çamaşır makinesi” deyince akıllarına geleni sorduk, hep beraber yazdık: Makineleri, çamaşır yıkayan bedenleri, kirlileri, çocukluk hallerini, tertemiz çamaşırların arkasındaki koca bir dağı, kadınları, aslında olanları… Cuma günleri çamaşır makinesi günü Şenlik’te, yazılar bitene dek. Siz de yazmak isterseniz: senlikblog@gmail.com

Çok küçükken merdaneli çamaşır makinemiz vardı, hayal meyal hatırlıyorum, ama kendimi bildim bileli evde aynı otomatik Arçelik çamaşır makinesi var. Ben üç yaşındayken alınmış meğer, 1986’da. Ya makineden – çünkü rivayete göre o zamanlar daha sağlam yapıyorlarmış makineleri – ya da annemin ona çok iyi bakıyor olmasından ötürü makine senelerce bozulmuyor. Annem çamaşırlarını kantarla tartıyor yıkamadan önce, makinesine yük bindirmiyor kesinlikle. İçindeki o lastik yuvarlak her yıkama sonrası siliniyor, nemi alınıyor. Bozulmuyor oluşunu “hor kullanmıyor” olmasına bağlıyor annem, anneannem “uz kullanmak” dermiş buna. Başka şehirde kendi evime çıktığımda gerek beyaz eşyalar, gerek küçük aletler söz konusu olduğunda bana güvenmiyor, “mal kıymeti bilmiyorum” ben ona göre. Geçenlerde (geçenlerde dediğim de 2016 gibi ama makinenin 30 yıllık ömrüne göre gerçekten “geçenlerde”) bozuldu makine. Annem üzülmedi artık, miyadını doldurmuştu. 30 yıllık emektarı “törenle” uğurladık, yerine dijitali geldi.
Anıl

***

Evimize çamaşır makinesi köyden İzmir’e taşındıktan iki yıl sonra gelmiştİ. Yazları köyde annem avluya iki tane kazan kurardı. Birinci kazanda melefeler kar gibi olana kadar sodalı suyun içinde kaynardı. Diğer kazanda da renkli çamaşırları yıkamak için kaynardı su fokur fokur. Ben de kardeşimle bostandan kopardığım süt mısırları közlerdim kazanların altında harlayan ateş kor olduğunda. İsini bile silmeden ağzımız yüzümüz kazan karası olana kadar közlenmiş mısır yerdik her çamaşır gününde.

İzmir’e taşındığımızda ise eline ayağına dolaşmayalım, küçük tüpün üzerinde kaynayan su dolu güğüm bir ev kazasına yol açmasın diye, annem tüm hafta sonu biz dışarda oynarken çamaşır yıkardı. Ben ve benden bir yaş küçük kardeşim tüm hafta sonu yorulana kadar sokakta olurduk ama iki buçuk yaşındaki Mahmut, annem çamaşırları yıkayıp durulayana kadar onun başında dinelerdi. Bu yaşımda bile aklıma geldiksıra şaşırıyorum, iki buçuk yaşındaki bir oğlan çocuğu abla ve ağabeyinin eteklerine takılıp onlarla dışarıya oynamaya gitmek varken neden çamaşır yıkayan annesinin başında bekler? Annem söylüyor arada hatırladıkça her çamaşırda durulamaya geçtiğinde Mahmut “Anne yoruldun değil mi, kolların ağrıdı değil mi?” diye sorarmış.

Nihayet 2003’te eve çamaşır makinesi geldi. Bir bayram arefesi temizlik yaparken annem tülleri, perdeleri makineye atmış; Mahmut da o zaman dört yaşında var yok, annemin yanına gidiyor ve soruyor “Anne, makinemizin de kolları ağrıyor mudur, yorulmuş mudur?”
Ayşe Candır

***

Merdaneliden otomatiğe geçen çamaşır makinesi dar koridorun ortasında, tam banyo kapısının karşısında duruyordu ve sanırım ekonomik özgürlüğünün en somut kanıtı olduğundan, annem onu övmeye doyamıyordu. Beyazları “sakız gibi” yapan bu yeni makinenin koridora teşrif ettiği yazın cumartesi sabahları çok şenlikli geçti. Yakında oturan teyzem elinde bir poşet kirli çamaşırla erkenden gelirdi, onlar kahvaltı telaşındayken biz kuzenimle banyonun eşiğine oturup mesaimize başlardık.

Sonraki yıllarda her bayram aynı neşeyle anlatıldığı gibi, önce beyazların makinede dönüşünü izlerdik gözümüzü ayırmadan, sonra renklilerin sırası gelirdi. Bıraksalar uyuyacağımız o eşikte günü birkaç sözle bitirirdik, parmaklarımız makinenin camında:

-Benim atletim!
-Bak, senin külodun.”
-Çorabım döndü!
-Benim o.
-Değil.
-Annee, o çorap benim değil mi?

Makinede dönenler beyazlardı, ama o beyaz çorap kimin çorabıydı? Anneleri çaresiz bırakan bu ufak alıklığımız dışında, o yaz en çok birbirimizi sevdik kuzenimle, en çok birbirimizle anlaştık. Annelerin mutfak tarafına geçişini, bitmek bilmeyen o geçit törenini, aynı sabırsızlıkla izledik. Dört bacak nasıl bu kadar ağır hareket edebilirdi? Önümüzden gelip geçen annem ve teyzemin pek keyifli şeyler konuşmadıklarını tahmin ederim ama o yazı hep sıcak hatırlıyorum, hep gülüşmeleriyle, hep sapsarı. Ferah. Gevşek hatta. Koridor iyice daraldıysa, geçen yan dönüversindi, değil mi ki hem çamaşırları hem bizi sakız gibi yapmıştı bu makine?
Işıl

***

Doktora tezimi yazabilmek için işten ayrılıyorum. Tam zamanlı tez yazıyorum evde. Sabahları eşimle birlikte erkenden kalkıyorum. Kahvaltımızı, her sabah biraz yana ittiğimiz üst üste yığılı kitapların yanında yapıyoruz. Eşim işe gidince ben önce etrafı topluyorum. Evi toparlamadan zihnimi toparlayamıyorum. Kirlileri çamaşır makinesine atıp dijital göstergeden ne kadar sürede yıkanacaklarını görebilmek her şeyin bir düzen içerisinde seyrettiği hissiyatı veriyor. Makineyi çalıştırıyor, yeşil çayımı demliyor, şanslıysam pencereden giren günışığının evi biraz ısıtmasına izin veriyor, o gün yapılacakların listesini yapıyor (buraya “bildiri özeti gönder” ile birlikte “çamaşırları yıka ve kurut” da girebiliyor ya da “manikür yap!” – benim için her biri aynı ehemmiyette), bilgisayarımı açıp yazmaya başlıyorum. Mümkün mertebe makine bitene dek masadan kalkmadan çalışıyorum. Bitince uyarı alarmını duyuyorum. Kalkıp çamaşır selesine boşaltıyorum yıkananları ve kapalı balkona kurduğumuz kurutma makinesine taşıyorum. Kurutma uzun sürüyor. O kadar oturamam masa başında! Akşama doğru kuru çıkardığım çamaşırları katlıyorum arka odada. Onlarla birlikte o günü, yazdıklarımı ve yazamadıklarımı, listeden yaptıklarımı ve yapamadıklarımı da katlayıp yerleştiriyorum yerine. Ertesi gün katlarını açmak üzere.
Leyla

***

Yurt hayatını sonlandırıp eve çıkıyoruz bir arkadaşımla. Evi tuttuktan sonra, ilk defa kendine ait evinin olması heyecanıyla sağdan soldan eşya aramaya başladık. Oldum olası çamaşır yıkamayı çok severim. Keşke sonrasında katlamak, ütülemek gerekmese. Eve de ilk bulduğumuz eşyalardan biri çamaşır makinesi oldu. Markasını hatırlamıyorum ama eskilerden, ağır bir makine. Eve taşıyan arkadaşların canı çıkmıştı.

Evde çamaşır dışında tüm işler bitti. Birkaç günlük temizliğin, taşınmanın kirlilerini de yıkattıktan sonra artık yaşabileceğiz evde. Eski de olsa çamaşır makinesinin olmasına sevinerek ilk posta çamaşırları atıyorum. Çamaşırlar arasında yeşil bir hırkam var. Yurtta oda arkadaşlarımdan birinde görüp bir kaç kere giymiştim de hırkanın rengine, dokusuna tabir yerindeyse âşık olup da gidip öğrenci harçlığımla alıvermiştim kendime. Öyle pahalı ya da kaliteli bir şey değildi de yeşildi işte. Aldıktan sonra da ev arama, taşınma derken sadece bir kere giymiştim.

Neyse artık evim vardı, kıyafetlerimi küçücük bir yurt dolabına sığdırmak zorunda kalmayacaktım. Şu çamaşırlar da bitince değmeyin keyfime. Yeşil hırkamın da bulunduğu çamaşırlar makinede yıkanıyordu ya da ben öyle düşünüyordum. Makinenin çıkardığı tak tak seslere aldırmıyordum, eski makineydi ne de olsa. Çamaşırlar bitti, şimdi sıra asmada. Sonra artık ev, ev olacak. İlk, yeşil hırkamı asmaya kararlıyım, ilk onu asarsam hemen kurayacak sanki. Hırkayı elime almamla arkasında kocaman bir delik olduğunu fark etmem ne kadar sürdü bilmiyorum. O kocaman delik bana baktı, ben ona. Önce bir telaş tüm kıyafetlerimi kontrol ettim. Başka hiçbirinde bir şey yoktu. Bir tek yeşil hırkam makinenin azizliğine uğramıştı. İlk evimde hüngür hüngür ağladım bir hırka için. Bir daha aynı hırkayı bulamadım. Hâlâ makineye her çamaşır atışımda anarım sevgili yeşil hırkamı ve o eski çamaşır makinesini.
Suzan


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Büyük Çamaşır Makinesi Derlemesi – III&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: