Sene 1989, mevsimlerden yaz. Diyarbakır’dan İstanbul’a taşındığımız yıl. Annem Yeşilköy’ü çok beğendiği için burdan ev tutmuş bizimkiler. Yeşilköy sokaklarının gül kokusuyla yıkandığı zamanlar.
İçine kapanık, çekingen bir çocuktum. Benden iki yaş küçük bir kız kardeşim olduğu için kimseyle arkadaş olma ihtiyacı da hissetmiyordum. Apartmanda bizden başka çocuk da yoktu zaten. Mahallede kimseyi tanımıyorduk.
Apartmanın arkasında küçük kilerlerden oluşmuş bir kömürlükle, yan dairemizdeki kuaförün müşterilerine hizmet verdiği bahçe vardı. Yandaki apartmanın bahçesini bizim bahçeden ayıran uzun bir duvar bir de. Annem izin verdiğinde bahçede, saçındaki boyanın kurumasını ya da manikürünün yapılmasını bekleyen müşteriler eşliğinde oynardık kardeşimle. Plastik topu havaya diker, en uzağa kim atacak yarışması yapardık. Topu hiç müşterilerin üzerine düşürmeden oynamayı nasıl becerdiğimizi bugün bile çözemem.
Yan apartmanın bahçesi ise bizim apartmanın aksine çocuk doluydu. Ali, Hayko, Burak, Çiğdem, Emre, Esra, Deniz, Alin. Biz adlarını daha bilmiyorduk tabii. Arada birbirimize kaçamak bakışlar atıp oyunlarımıza devam ediyorduk. İçe kapanıklık yetişkinken zor olduğu gibi çocukken de zor. Hele benim gibi sosyal ilişkilerde uzman bir kız kardeşiniz varsa. Kardeşim o kadar sosyaldi ki bu durum benim olduğumdan daha içe dönük görünmeme neden oluyordu. Bir ay bile geçmeden kardeşim mahalledeki bütün çocuklarla kaynaşmıştı. Bense onların oyununa katılmıyor, bizim bahçeden yan bahçeyi izlemeyi tercih ediyordum. Oyunları kenardan izleme alışkanlığım bugün bile devam eder.
En büyük zevkim sekiz yaşında bir çocuk için oldukça yüksek olan bahçe duvarının üzerine çıkıp yürümekti. O duvarın üzerindeyken kendimi dünyanın hâkimi sanırdım. Oynadığım bahçe de gözüme çok büyük görünürdü. Büyüyünce bizim bahçenin küçüklüğüne şaşırdım sonradan. Çocukluk işte. Her şey gözümüze daha güzel, daha parlak, daha büyük görünürdü.
Alin’in anneannesi Hayganuş Teyze, ben bahçe duvarının üzerinde gezerken diğer bahçedeki balkonundan ters bakışlar atardı bana. Üç beş gün sesini çıkarmadan izledi beni. Sonunda dayanamayıp “Keçi misin sen? Ne işin var duvarın üzerinde?’’ dedi. Ben tabii Diyarbakır’dan gelmiş utangaç bir Zaza evladı olarak çok alındım bu söze. O kadar çocuğun içinde söylenecek laf mıydı yahu!
Utancım yerini gururumun kırılmasının getirdiği öfkeye bırakınca Hayganuş Teyze’ye inat bir hafta boyunca her gün bahçe duvarının üzerine çıkıp yürüdüm. Hayganuş Teyze de ters ters bakmaya devam etti. Sana ne yahu el kadar çocuğun bahçe duvarı üzerinde yürümesinden? İlla huysuzluk yapacak. Bir süre sonra bahçe duvarının üzerinde akrobatik hareketler yapmaya bile başladım. Hayganuş Teyze de balkondan, güya çaktırmadan, beni izledi. Ben tabii kendisine karşı kazandığım zaferle pek bir gururluydum. İçimden “Sen kime keçi diyorsun Hayganuş Hanım, ben almaz mıyım o keçi lafının rövanşını senden?” diyerek.
Bir haftanın sonunda annemle alışverişten eve dönerken bir baktım Hayganuş Teyze bahçede babamla hararetli hararetli konuşuyor. Kesin beni şikâyet ediyor diye iyice kinlendim. Eve girince perdenin arkasından kaçamak bakışlar atarak konuşmanın bitmesini bekledim. Babam içeri girince “Bir daha bahçe duvarının üzerine çıkmak yok.” dedi. Uysal adamdır babam. Öyle yüksek ve sert tondan söyleyince duvarın üzerine çıkmanın zinhar yasaklandığı anlaşılmıştı. Ben Hayganuş Teyze’ye iyice düşman oldum. Her gördüğüm yerde ters ters baktım. Babam üç gün sonra bahçe duvarının üzerine kalın demir parmaklıklar yaptırdı. Duvar üzeri akrobasi kariyerim de gelişme gösteremeden bitti.
Bir öğleden sonra topum Hayganuş Teyze’nin bahçesine kaçınca öylece kalakaldım. Topu almaya da cesaret edemiyordum. Baktım Hayganuş Teyze topu almış, bana doğru geliyor. “Gel bizim bahçeye, benim torunla birlikte oynarsın.” dedi. “Büyüklük bende kalsın.“ diyerek teklifini kabul ettim. Böylece bendeniz Keçi ile Hayganuş Teyze’nin torunu Alin o yaz arkadaş olduk. Mahalledeki ilk arkadaşımı da böylelikle edinmiş oldum.
Hayganuş Teyze’ye ilk günler çok mesafeli davrandım. Ne de olsa hâlâ düşmanımdı, fakat kendisi çikolata, dondurma, birbirinden komik hikâyelerle o yaz kalbimi kazandı. Huysuz ama çok tatlı bir kadındı. Araya kış girince de Alin’le evde oynamaya başladık. Hayganuş Teyze bu sefer de kış hikâyeleriyle buz gibi kışı ısıttı. Böyle birkaç kış ve yaz geçirince Hayganuş Teyze, Alin’den sonra en iyi arkadaşım oldu.
Beş sene sonra, yazın başında Hayganuş Teyze kalp krizinden vefat etti. Ölüm o kadar yabancı ve uzak bir kavramdı ki bize. “Ne yani, Hayganuş Teyze bir daha dönmeyecek mi?” diye sorduğumuzda Alin’in annesi Maral teyze fenalık geçirdi. Biz Alin’le birbirimize sarılıp salya sümük ağladık.
Seneler geçti, biz büyüdük. Benim adım hep Keçi kaldı arkadaşlar arasında. Bir gün babamla sohbet ederken rahmetli Hayganuş Teyze’den söz açıldı. Bana keçi dediği o yaz aklıma geldi. Meğer Hayganuş Teyze’nin kardeşi Agop on iki yaşında duvarda yürümeye çalışırken düşüp beyin kanamasından ölmüş. Onun lakabı da keçiymiş. Hayganuş Teyze’nin beni duvar üzerinde yürürken görünce ters ters bakması, babamla konuşması hep düşeceğim korkusundanmış. O zaman bana keçi dediği için çok bozulmuştum. Ölen kardeşini bana benzettiği için Keçi lakabımla gurur duyacağım hiç aklıma gelmezdi.
Ben ömrümde Hayganuş Teyze kadar güzel hikâye anlatan birini görmedim. Ömrüm boyunca da hep güzel hikâyeler biriktirip anlatan insanlara âşık oldum. Duvarda gezinen keçi olmaktan da hiç vazgeçmedim. Şimdi bile ne zaman canım sıkılsa kimsenin bana ilişmeyeceği duvarlarda otururum. İnşallah gittiğin yerde keçiler seninledir Hayganuş Teyze.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Ne İşin Var Duvarın Üzerinde?&rdquo için 1 yorum