Oğlum lise ikinci sınıfta o zamanlar, kızım da Boğaziçi Üniversitesi’nde yazı işlerinde çalışıyordu, talebe kaydındaydı. İstanbul’da teyzemin yanında kalıyor, e oğlum da üniversiteye başlayacak. Hepsinin masrafını nasıl karşılayayım ki? Eşimi kaybedeli epey olmuştu, Çorlu’daydık. Teyzem ve ablam dediler ki: “Elinde mesleğin var. İstanbul’a taşın.”
1982 yılıydı, çocuklar tatile girdiler, ben de geldim burada daire tuttum teyzem vasıtasıyla. Yakında dersler başlayacak, o arada tatildeyiz hâlâ. Gazetede bir ilan okudum. Hiç unutmuyorum, ilan diyor ki: Topkapı tarafında Şehit Evliya Caddesi, bilmem ne sokak… Orada Barbie bebeklerine gelinlik kıyafet dikmek için eve iş veriyorlar. En küçük, yedi yaşındaki oğlumu da aldım yanıma, gitmeye karar verdim. Telefonum yok tabii, Bostancı‘dan ankesörlü telefon açtım “Şurada şurada.” dediler.
Oğlanla bindik vapura, vapurdan otobüse, otobüsten minibüse, sonunda bulduk. Ülker bisküvi fabrikasının karşısında küçük bir fabrika, Barbie bebeklerine kıyafet dikiliyor. Bir gittim kuyruk olmuş, herkes sıraya girmiş. İşte sıra bana geldi “Dikiş biliyor musun?” falan dediler. Ben de “Akşam kız sanat mezunuyum, evden çalışmak istiyorum, çocuğum var.” dedim. Bana bir tane model verdiler, eve geldim başladım onları dikmeye. Ama o kadar zor ki! Pratiğini bilmiyorum. Onun bir pratiği var. Mesela en azından ön tarafını, kolu açıkken takıyorsun. Ben aynı normal elbise gibi bir uğraştım, bir uğraştım. Allahım öldüm, terler döktüm. “Ay geri götüreyim bir daha almam.” dedim.
Sonunda bitirdim ama, gittim teslim ettim. Bayıldılar. Ben kolları kalemle çeviriyordum, meğer bu çok zor bir şeymiş. Dedim “Çok zor yaptım bunu, yapamam ben, kalem ile çevirdim ettim.” Hemen bana kolay yolu gösterdiler “Böyle yapıyorsun arkasını, yanlardan da tamam.” “Yok“ dedim. “Hani ben Bostancı’da oturuyorum mümkün değil gelemem buralara.” dedim. O zaman için 35 lira mı 40 lira mı mı ne para aldım.
35 lira olsa çok olur, 35 kuruş muymuş neymiş demek ki?
Dönüyoruz, oğlum “Anne çok karnım acıktı lahmacun yiyelim.” dedi gittik, lahmacun yedik, kolamızı içtik, karnımızı doyurduk çıktık. Minibüse bindik, minibüsten indik, Topkapı’ya geldik, oradan Eminönü’ye tekrar, Eminönü’den vapura bindik, Kadıköy’e geçtik, Kadıköy’den minibüse binip Bostancı’ya geldik. Oğlum “Anne beni buradan Bağdat Caddesine götür, ben oradaki dondurmayı seviyorum, oradan dondurma alalım.” dedi. “Oğlum eve gidelim.” dedim. “Anne şunu alalım, anne bunu alalım.” ,”Yavrum evimize gidelim.” Yok gitmedik. O zaman Kristal diye bir hamburgerci vardı Bağdat Caddesinde, hamburgeri biz burada tanıdık. Oraya da gittik, hamburger yedik oğlumla. Biz parayı yedik yani. Para bitti, ben çalıştım ama para yolda bitti.
Geldik eve, akşam oldu, kızım geldi, “Ne yaptınız anne? Teslim ettin mi?” dedi.
-Teslim ettim, ama biz parayı yedik gelirken, ana oğul.
Başladı gülmeye.
-Anne ne oldu şimdi?
-Vallahi ne oldu ben de anlamadım! Keloğlan’ın annesi yedi paraları.
Güldük öyle geçti…
Kazandığım ilk paraydı bu benim.
Anlatan: Gül Dirayet
Yaş 83
Kasım 2021, Bostancı İstanbul
Görüşmeyi yapan: Kiraz Akın
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Gül Hanıma sağlıklı, mutlu yıllar diliyorum.
Çok zorluklarla, büyük emeklerle kazandığı ilk parasını oğluyla yemesi ve pişman olmak bir tarafa mutlu olması beni çok duygulandırdı.