2000+

İsimsiz Kahraman

Hani her güne bir sürü program sıkıştıran insanlar vardır ya, işte ben de onlardan biriyim. Mümkünse uyanık olduğum on yedi saate otuz dört iş güç, ziyaret, keyif sığdırırım. Akşamüstü “Ben niye bu kadar yorgunum?” diye düşünürüm. On yıl önce taşındığımız evin su sözleşmesini yapmak üzere sabah erkenden İSKİ’ye gittim, neyse ki beni fazla bekletmediler, işim çabucak görüldü, çıkıp Moda Caddesi’ne yürüdüm.

Dolmuşa binip Göztepe’ye gidecektim, indiğim yerden eve yürümek on beş dakikamı alır, hemen köpeğimi gezdirip, mutfağa dalıp kurabiye yapmayı planlamıştım. Sabah kahvesine birkaç arkadaşım gelecekti.

Dolmuşa benden hemen sonra orta yaşın üzerinde bir adam ve dört, beş yaşlarında şirin bir kız çocuğu bindi. Şoförün ve yolcuların birbirine günaydın dediği bir sabah yaşıyorduk. İstanbul’da pek sık rastlanan bir durum değil. Orta boylu, ekose gömlekli, güler yüzlü adamın, kızın babası mı dedesi mi olduğunu düşünmeye başladım. Belki o da benim kocam gibi ellili yaşlarda baba olmuştur. Dede olma ihtimali daha fazla göründü. Öyle şefkatli, öyle tatlı davranıyor ki minik kıza! Ufaklık da öyle şirin ki! Sarı kıvırcık saçlı, ağzı kulaklarında bir kız. Kazağı, pantolonu, ayakkabıları, saç tokası, sırt çantası pembe. Bir de plastik kolye takmış, o da pembe tabii. Bıcır bıcır konuşuyor. Birkaç kere arkaya dönüp kıza laf attım, çok da sosyal kerata. Onların yolu kısaymış, Kızıltoprak’ta indiler.

Dolmuş hareket etti, aşağı yukarı yüz metre gittikten sonra arkadaki yolcu “İnen adam fotoğraf makinesini unutmuş.” dedi. Birkaç yıl önce fotoğraf makinemi parkta kaybedip o kadar üzülmüştüm ki bir iyilik etmek istedim. Bir telaş indim, ters yönde yürümeye başladım. Nereye girdi bunlar? Yol üzerindeki pastane, büfe, kuruyemişçi gibi dükkânlara baktım, yoklar. Kızın sırt çantası olduğuna göre anaokuluna gidiyor olabilir diye düşündüm. Bunu akıl etmek için dedektif olmak gerekmiyordu. Soldaki kırtasiyeciye girdim.

“Bu yakınlarda ana okulu var mı?” diye sordum.

Şansa bakın, üç tane varmış. En yakındakine gitmek bile zamanımı aldı. Ters yönde yürü, trafik ışıklarında bekle, karşıya geç, emin olmak için büfedeki adama anaokulunun yerini sor, bir yandan da “Eve geç kalacağım, arkadaşlarım benden önce gelirlerse yandık.” heyecanı. Üçüne de telefon ettim, buluşmamızı yarım saat erteledik. Köpeğim de dört gözle beni bekliyordur. Sevimli anaokulunun kapısındaki genç öğretmene durumu anlattım, pek aklı almadı.

-Bindiğiniz dolmuşta bir baba kız vardı, baba fotoğraf makinesini unuttu, siz o çocuğun bu okulda olduğunu düşünerek mi geldiniz, doğru mu anladım?

-Evet. Ama o adam baba mıydı, dede miydi bilmiyorum. Çok da önemi yok. Çocuğu görsem hemen tanırım. Pembeler içinde sarışın bir kızdı. Fotoğraf makinesini size bıraksam da sahibine ulaştırsanız ne iyi olur.

O sırada servis minibüsü kapıda durdu, içinden çıkan minik kızların hepsinin kıyafetleri pembeydi. Demek ki o yaş grubunda pembe tercih ediliyor, diye düşündüm. Ben bu yaşta hâlâ pembe sevdiğime göre çok da özel bir renk olmamalı.

-İzin verirseniz içeri girip bahsettiğim kız orada mı diye bakayım.

Genç öğretmen bana pek güvenemedi:

“Güvenlik gereği çocukları size gösteremem.” dedi. Haksız da değil, benim kim olduğumu ne bilsin?

-Evi Moda tarafında olup da servissiz gelen kız öğrenciniz var mı?
-Bilmiyorum, müdürümüze sormam lazım.

Tam o sırada aklıma fotoğraf makinesinin hafızasına bakmak geldi. Daha önce niye düşünemedim ki!? Ben de, öğretmen de denedik, bellekteki fotoğraflar ekrana gelmedi. Makine bozuk mudur, bataryası mı boşalmış bilemedik. Bu iş ne kadar uzadı. Nasıl yetişeceğim? Caddeye yürü, trafik ışıklarında bekle, karşıya geç, dolmuş bul, bin, Göztepe’de in, eve yürü, köpeği bir koşu gezdir, kurabiye hazırlamaya zaman kalmadı. Lütfen arkadaşlarım kapıda kalmasın. Keşke “Eliniz boş gelin.” diye tembih etmeseydim. Tam o sırada merdivenlerden son derece enerjik bir kadın indi. Anaokulu müdiresi dediğin böyle olur! Belli ki öğretmenlerinden birini kapıda oyalayan kadını merak etmiş.

“Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorunca hikâyeyi ona da anlattık.

“Pelinsu Moda’da oturuyor, her sabah babası getirir. Büyük bir ihtimalle ondan bahsediyorsunuz.” dedi.

Fotoğraf makinesini teslim ettim, teşekkür ettiler. Adımı özellikle bırakmadım. İsimsiz kahraman olmak hoşuma gider. Ama kahramanlık bu kadar kolay olsa keşke! O gün bugündür düşünürüm, akşamüstü Pelinsu’nun babası kızını anaokulundan almaya geldiğinde öğretmen sormuştur:

-Bu fotoğraf makinesi sizin mi?
-Evet, bu sabah kaybolmuştu. Nereden buldunuz?
-Dolmuşta unutmuşsunuz. Bir kadın getirdi. Bize bıraktı.
-Hangi kadın?
-O da sizinle aynı dolmuştaymış.
-Kızımın okulunu nereden biliyor?
-Bilmiyorum. İlle kızınızı görmek istedi ama izin vermedik tabii ki.
-Adını, telefon numarasını bıraktı mı? Bir teşekkür etmek isterim.
-Hayır, hiçbir bilgimiz yok. Makineyi bırakıp koşa koşa gitti.


Görsel, Pixabay.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

İsimsiz Kahraman&rdquo için 1 yorum

  1. Harikaymış 🙂

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: