2000+

“Kayboldun Küçük Kız!”

Karadeniz’in ufak bir kentinde doğup daha kendimi bilmediğim bir yaşta babamın memuriyeti sebebiyle İzmir’e taşındık. Kreşler, bakıcılar, annemin iş yerinde birleştirilen sandalyeler falan derken büyüdüm. Fırlama bi kız çocuğu oldum hep; mahallelinin tabiriyle “erkek gibi” ya da “Erkek Fatma” Ne berbat bi benzetme, o ilk duyduğum andan beri tiksinirim.

Fırlamalığımdan hiç hicap duymadım ama. Daha da fırlama olmak için her geçen gün uğraşıyor gibiydim.

Önce ilkokul başladı. Öğretmenlerim beni hep “Zehir gibi ama…” diyerek şikâyet eder, annemlerin başının etini yerdi. Sonra ortaokul geldi. “Erkek Fatma”lığım devam ediyor, çoğu zaman erkeklerle top koşturuyorum, bisiklet sürüyorum, parklarda oynuyorum. Hatta bazen erkekliğini ve ergenliğini keşfeden oğlanlarla “SİMİT” bile oynuyorum, şu tacizkâr pandikleme oyunu.[i]Yere bir çember çizilir. O çember ebe noktasıdır. Ebe kişi “Simiiiiit” diye bağırarak buradan çıkar ve diğer oyuncuları kovalayıp dokunmaya (ebelemeye) çalışır. Kimseyi … Continue reading

Ardından lise başladı. Zehir gibi kafam hep başka zehirliklere çalıştığından fen lisesi, Anadolu lisesi falan yalan oldu tabii. Bir diğer alternatif olan süper lise dediklerine girdim, not ortalamasıyla. Bonusu bir sene İngilizce hazırlık sınıfı okumak oldu, fena olmadı aslında; İngilizceyi de orda çözdüm gibi.

Liseye girişle birlikte ergenliğini buram buram yaşamaya başlayan rockçı bi kız olmuştum. “Erkek Fatma”lığım rockçı kimliğimle harmanlanıp asi bi bünyeye dönüştü. Eteğin boyunu kıvırmalar, gömleği dışarı salmalar, kravatı bol bağlamalar, tabii ki gömleğin içine giyilen muhtelif yabancı rock grubu t-shirtleri: Metallica, Megadeath, Korn, Iron Maiden, Pink Floyd… Üstünde gotik canavarlı, yazılı t-shirtler. Bunların beyaz gömleğin içinden özellikle gözükmesi gerekirdi. Aksi halde “cool” olduğumu nasıl ispat edecektim!? Cuma günleri ekstra bir rahatlık ve cesaret gelirdi, müdür yardımcılarından kaçabilirsen deri bileklik, küpe falan bile takabilirdin. Küpe de öyle altın top küpe değil, kulağın kıkırdağına kadar, beş, altı tane halka küpe, gümüşten.

Ebru da böyle biriydi. ÖSS’ye hazırlık testleri çözerken ortak kulaklıktan Led Zeppelin falan dinlerdik. O bir, ben bir kulaklık takar, türeve, integrale dalardık.

Eşit ağırlıktaydık. O arkeoloji, ben siyaset okumak istiyordum. Müziğe, kültüre, gezmeye açtık. Birlikte bir şeyleri keşfetmek, dinlemek, gülmek, deli gibi gülmek istiyorduk hep. İzmir’de her sene nisan sonu gibi büyük bi kitap fuarı düzenlenirdi (hâlâ da yapılıyor yanlış bilmiyorsam). İzmir’deki lise, üniversite gençliğinin mutlaka uğradığı, tanışıp arkadaş olduğu, kendine dair bir şeyler, bir kimlik bulduğu bir fuardı bu, meşhur İzmir Enternasyonel Fuarı’nın içindeki hollerden birinde. Gezmesi saatler alır; kitap çalınır, broşür, afiş, kitap ayracı toplanır, gelmişse bir iki yazardan imza alınır, çıkışta da bira, şarap falan içilir. Köpek öldüren, şişesi 10 lira, plastik bardakta.

Lise 2’de Ebru’yla gittik kitap fuarına. Montrö Kapısı’nın girişinde bekliyorum onu. 128 megabayt kapasiteli MP3 çalarımın içi The Doors şarkılarıyla dolu, toplasan 18-20 şarkı falan alıyor, Ebru önermiş bana “Dinle.” diye.

Kot, konvers, siyah t-shirt, dize kadar uzanan bol çapraz çanta, saçlarım açık, dalgalı, yaşım 16-17 civarı. Ebru’yu gördüm karşıdan. Otobüsten inmiş, elinde tüten bi sigara, hızlı hızlı yürüyordu bana doğru. Kot, kara postallar, kareli gömlek, içinde Deep Purple t-shirt’ü, dalgalı saçları, kulağında küpe, beş, altı tane, kıkırdağa kadar.

Koşar adım geliyordu bana karşıdan. Kalbim ilk defa öyle çarptı. Bambaşka bir çarpma. Hem tanıdık hem tuhaf. Biraz ürkünç ama harika hissettiren bi kalp atışı. Yüzüm yanıyor, ellerim donuyor gibiydi Ebru bana yaklaştıkça. Yanıma geldi, “Ne dinliyon lan!?” dedi, kulaklığımı çekti, “Haa aferin!” dedi, güldük, delice güldük. Fuara girdik.

Kulağımda çalan The Doors şarkısıysa o anı ömrüm boyunca sabitledi:

“You are lost little girl! I think that you know what to do. Impossible? Yes, but it’s true!” / Kayboldun küçük kız! Ama ne yapman gerektiğini biliyorsun bence. İmkânsız mı? Evet, ama doğru!”

https://www.youtube.com/watch?v=ptA39Awo0FE&ab_channel=Jurassic56


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

References
i Yere bir çember çizilir. O çember ebe noktasıdır. Ebe kişi “Simiiiiit” diye bağırarak buradan çıkar ve diğer oyuncuları kovalayıp dokunmaya (ebelemeye) çalışır. Kimseyi yakalayamaz ve sesi kesilirse çembere dönmek zorundadır. O sırada sesi kesilen ebeye diğer bütün çocuklar tekme, tokat dalar, pandik atar. Eğer ebe, bir oyuncuya “Simiiiit” diye bağırırken dokunabilirse yeni ebe o çocuk olur.

“Kayboldun Küçük Kız!”&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: