İnşallahları, maşallahları ve duaları dilinden hiç düşürmeyen bir kadındı babaannem. Bir hayli yapmacık bulurdum kendisini. Çünkü her daim iyiydi, her daim iyimserdi. İnsan hiç mi öfkelenmezdi? Hiç mi canı sıkkın olmazdı?
Zaten çocukluğumda, annem ve Hacer Yengem’in onun hakkında pek de iç açıcı şeyler söylemediklerini duyardım. O yumuşak ve tatlı görünümünün altında tipik bir kaynana varmış. Gelinlere de kaynanalık taslamaktan geri durmazmış. Sevilecek bir yanı yoktu yani. Hem gül gibi anneannem vardı benim. Onun sevgisinin ve sıcaklığının yanına kimse yanaşamazdı.
Velhasıl, bayramlar ve özel günler haricinde neredeyse hiç görmediğim babaannemle aramda doğru dürüst bir bağ kurulmadı. Fakat zaman zaman onunla ilgili anlatılanlara kulak misafiri olurdum. Dedemin “dostları” olduğunu söylerlerdi. Çocuk aklımla bile bu “dostların,” arkadaşlar olmadığını bilirdim. “Kötü kadınlardı onlar.” Meğer babaannem, dedemi eve bağlama umuduyla hacıların hocaların kapısını aşındırırmış. Hovarda dedemi büyülerle, okunup üflenmiş sularla karısına sadık iyi bir aile babasına döndürmek için didinip dururmuş.
Tüm bunlara rağmen bir kez bile dedemi kötülediğini duymamıştım. Asla toz kondurmazdı ona. Hayatı boyunca el üstünde tuttuğu yetmezmiş gibi, dedemin ölümünün ardından da onu daima sevgiyle andı.
Bir Anneler Günü’nde, annemle beraber babaanneme oturmaya gittik. Babaannem yine başladı dünya ve ahiret için bir takım dileklerde bulunmaya. Anneme dönüp, “İnşallah eşinle beraber göçersin bu dünyadan. İkinizden biri önce gitmez.” dedi. Sonra da komşusu olan bir çiftten bahsetti. Beraber ölmeyi isterlermiş hep.
Annem, “O anca iki kişi birbirini çok severse olur. Bizde öyle bir durum yok.” diye karşılık verince üçümüz de gülmekten kırıldık. Hazır sohbetimiz şerbetlenmişken, şakayla karışık dedem önce gitsin diye dua edip etmediğini sordum babaanneme.
O sıralar doksanına merdiven dayamış olan kadın birdenbire canlandı. “Bakın şimdi size bir şey anlatacağım. Dedenin kardeşi Azam bana, ‘Bırak kardeşimin yakasını,’ deyip dururdu. Ben nasıl bırakırım? Boylu boyunca çocuklarım var. Dört tane torunum var. Nasıl bırakırım?”
Bunları söylerkenki ses tonu bugün bile kulaklarımda. Geçmişte çaresiz ve öfkeli hissettiği zamanlar olmuş demek. O anda, hep Pollyanna gibi gördüğüm babaannemin, aslında kadınlığın çilesini çekmiş bir kadın olduğunun farkına vardım. İyimserlik etmese, ruhen dibe vuracaktı belki de. Her şey yolundaymış gibi yapmak, göğüslemek zorunda kaldıklarının ağırlığına karşı kuşandığı bir maskeydi.
Sonra dedemi kastederek, “Ama görüyor musunuz? İlk ölen o oldu.” diye lafını bağladı.
Görüntü: İlk Matruşkalar, 1892. Kaynak
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Seda’cım ne güzel anlatmışsın.Bize gençliğimizde yaşanan bazı olayları hatırlatıyorsun.Keyifle okudum.
Selamlar
Esin Abla’cım ne mutlu bana! Belki sen de gençliğinden bir anıyı paylaşmak istersin Şenlik’le 🙂 Sevgiler