1980'ler

12 Eylül – Üç Anı

12 Eylül’ün, o dönem neler olduğunu anlayamayacak yaşta olan tanıklarındanım. Örneğin, geceleri sokaktan gelen bağırışmaları ve silah seslerini duyar, her sabah kalktığımızda duvarlarda yeni yazılar görür, bazen büyük bir patlama sesiyle korkar ve ertesi gün Halkevi’nin gene bombalandığını öğrenirdik.

Bir gün askerler bizim sokaktan, ellerinde silahlarıyla yavaş yavaş koşarak okulun sokağına doğru gitmişlerdi. Balkondan onları seyretmiştik uzun uzun. Ne kadar çoktular.

Biz solcuyduk, bu iyi bir şeydi.
Bizim apartmandaki bütün komşular da çok iyiydi.
Herhalde onlar da solcuydu.

Bülent Abimiz vardı, benim arkadaşımın abisi. Karşı dairemizde otururlardı. Mutfak pencerelerimiz apartman boşluğundan birbirine bakardı. Pınar’la onlarda evcilik oynarken Bülent Abi arasıra başını kitabından kaldırır, bizi izlerdi gülerek, ama hiç bir şey demezdi.

Bir gün oynarken, “Hadi gelin, sizi gezmeye götüreyim.” dedi. Pınar’la çok sevindik. Ben hemen gidip evden ayakkabılarımı aldım, çıktık. İkimizi iki yanına alıp ellerimizi hiç bırakmadan yürüdü bizimle Bülent Abi. Sokaktan birer tane simit aldı bize, çok hoşumuza gitti. Annem olsa en fazla bir tane alır, paylaştırırdı. Bülent Abi yolda bir arkadaşıyla karşılaştı, biraz konuştular, sonra yürümeye devam ettik. Biraz sonra bizim sokağa dönmüştük. E hiç bir yere gitmemiştik! Simitleri bile bitirememiştik daha. Pınar’la ikimiz bu simitleri annemlere nasıl açıklayacağız telaşına düştük. Bülent Abi, “Siz biraz sokakta oynayın, simitlerinizi de bitirin.” dedi. Evet bu çok iyi fikirdi, rahatladık ikimiz de.

12 Eylül’den yedi ay sonra polisler Bülent Abinin kaldığı eve baskın yaparak onu öldürdü. Apartmanda herkes çok ağladı.

____

Bir gün balkonda otururken birden sokağın kalabalıklaştığını fark ettik. Hızlı hızlı yürüyen insanlar yukardan bizim sokağa doğru geliyorlardı. Annem “Öğrenciler, cenazeden geliyor.” dedi.

Onlar sokakta çoğaldıkça komşular da camlarda çoğaldı. Hepimiz izlemeye başladık. Bir ara karşı balkondan Asuman Abla “Bak bak…” dedi anneme “Yakalarında mürekkep lekesi var.” Halam onayladı hemen, “Evet panzerden mürekkep sıkmışlar.” dedi. Sonra arkalarından gelen polisleri görmeye başladık. Kalabalık da hızlanmıştı. Annem, “Apartmana girin.” diye seslendi onlara. Ama üst kattan Ayşe Teyze itiraz etti; “Canım anarşistlerin ne işi var apartmanımızda?”

Bir tuhaflık oldu, yukarı baktık. Ayşe Teyze penceresini kapatıp içeri girdi. Onu duydular mı bilmiyorum ama hiç kimse apartmana girmedi. Koşarak köşeyi dönüp sokaktan çıkıyorlardı. Arkalarından da polis. Sokak boşaldığında pencereler de bir bir kapandı.

Ben mürekkep lekesini görememiştim.

____

O sabah bir sessizlik içine uyandım. Annem “Geç oldu, hadi kalkın.“ diye seslenmemişti, sokaktan da hiç ses gelmiyordu. Ablam biraz daha erken kalkmış, içeriyi kolaçan etmişti. Yatağa gelip “İhtilal olmuş, babam radyoyu dinliyor.” dedi. Kalktık, annem kahvaltıyı hazırlıyordu. Normalden daha sessiz yapıyordu sanki her şeyi. Kahvaltıda “Şunu da ye, bunu da bitir.” demedi hiç birimize. Kaldırdı sofrayı, girdi mutfağa. Biz de evin havasına uyduk, oturduk kitap okuduk, sokağa da çıkmadık.

O gün ve ertesi gün öyle bir acayip, sessiz, sakin geçti.

Pazar günü biz çocuklar normalimize dönmüştük. Bazen yaptığımız gibi komşuların çocuklarını eve çağırmıştık. Yaşları iki, üç, beş gibi olduğundan onlara ablalık etmeyi, bir şeyler öğretmeyi pek severdik. En çok da evciliklerde itiraz etmeden çocuğumuz olmalarını severdik. Onlar da bizi severler, geldiler mi eve dönmek istemezlerdi.

İşte o gün de öyle oyunlara dalmış, akşamı etmiştik. Kapı çaldı, babam gitti açmaya. Simsiyah giysili, ellerinde kocaman silahları olan bir sürü polis daldı içeri. Üstelik botları vardı ayaklarında, onları da çıkarmadan! Bakakalmıştık.

Salonda büyük bir kitaplığımız vardı, birkaç tanesi hemen onun başına üşüştü, “maden”i bulmuşlardı. Biz çocuklar da adamların ayaklarının altında dolanıyorduk. Babam kitaplığın bir tarafında sessiz duruyordu, annem arkalarında masanın başındaydı. Kitaplıktan çıkıp masaya konan her kitap için bir şeyler söylemeye çalışıyordu:

“Canım onu niye alıyorsunuz, ne var bunlarda? O taraf çocukların kitapları…”

Ama polisler annemi muhatap bile görmedikleri için işlerine bakıyorlardı.

Bu iş uzun sürecek gibiydi, biraz da ötekilerin yanına gidip bakayım.Bir tanesi kanepenin oturma minderini kaldırmaya çalışıyor, zorluyor zorluyor olmuyor. “Amca…” dedim, “Bizim kanepenin altı açılmıyor, bak burası, arkası açılıyor.” Adam devirdi kanepenin arkasını, elini bir gezdirdi, dağıttı oraları, sonra çekildi. Arkamı döndüm, bir başkası sandalyeye çıkmış, sobanın bacasına tıktığımız gazeteleri çekiyordu. Başardı ve bir sürü kurum döküldü. İşte annem buna çok kızacaktı! Öyle de oldu ama tabii annem bize çıkıştı, “Basmayın, basmayın oralara, çekilin, hep kurum oldu…” Ben geri çekildim.

Bir başka polis, masaya oturmuş bir şeyler yazıyordu. Üç yaşındaki Figen de onu izliyordu sessiz sessiz. Bir anda o minnacık çocuktan beklenmeyen kuvvette bir pırt çıktı. Adam irkildi, sesin nerden geldiğini anlamaya çalıştı. Ben kızmasın diye hemen çektim Figen’i ordan. O sırada annem, “Hadi çocukları evlerine götürün.” dedi ablamla bana. Birer ikişer teslim ettik ufaklıkları evlerine. İşimiz bittiğinde babam da hırkasını giymiş, kapıya çıkmıştı. Elinde kitapları doldurduğu çuval vardı. Bizi öptü. “Uslu durun, annenizi üzmeyin.” dedi. Şaşırdık, polislerin arkasında duran anneme baktım. Babam da mı onlarla gidiyor?


Görsel, Pixabay.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

12 Eylül – Üç Anı&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: