En çok babaannemle giderdim köye, zaten ayrılmazdık öyle fazla. “Babaannesinin çantası” derlerdi bana, küçücük de bir şeyim. Ben arada yürür, arada babaannemin sırtına atlar, arada oturur dinlenirdim. Her yola çıkışımız ayrı macera. Otobüs geçmez öyle sık sık, saat başı. Çoğu zaman da otobüsü kaçırırdık ya. Sonra durakta şarkı mı söylemezdik, tekerleme mi… Ne masallar anlatırdı babaannem bana, çoğu korkunç, uydururdu da.
Kadınların laflarını, sırlarını, dedikodularını hep kaydederdim aklıma. Biraz büyüyünce hepsini taklit etmeye başlayacaktım, en çok azarı da böylece işitecektim. Ama var mı çare, o kadar kadının arasında?
Köy durağında inince eve giden yokuşu öyle otura kalka çıkardık yine, on dakikalık mesafe bana o kadar uzun gelirdi ki. Ağaçlardan meyve toplar, oturur yer, dinlenirdik. Köy, Kartepe’nin gölgesinde, Sapanca Gölü’ne çok yakın, yemyeşil. Karadenizliler göç etmiş genelde, küçücük bir Karadenizli köyü oluvermiş zamanla. Tek katlı evler, ahırlar, kümesler, peştamallı kadınlar, hurma, karayemiş, ıhlamur ağaçları…
Kadınlar hep işte güçte, arı gibiler, çocuklarsa oyunda. Nasıl güzel geliyor bana, hayat evin dışında.
Gittiğimiz evin yaşlı kadını, hava güzelse bahçedeki sedirde başını önüne eğer, dirseklerini dizlerine yaslar, elleri çenesinde, öylece oturur. Havalar bozdu mu sediri, üç basamakla çıkılan evin giriş kapısının soluna uzanan balkona taşır. Sedirin koca çiçekli örtüsü hep tertemiz, kanaviçe işli kırlentler dizili. Oturur da öylece çocukları seyreder, çok konuşmaz, usul usul güler. Dağa ot toplamaya gider sabah ezanıyla, sonra topladıklarını öğleye kadar satar pazarda. Akşam çökmeden yine çıkar dağa, çalı çırpı toplar, sırtına bağlayıp getirir.
Su yok köyde. Kadınlar yokuş aşağı iner kovalarla, boyunlarına astıkları sopanın iki yanına dengelediler mi kovaları iki büklüm taşırlar yine yokuş yukarı. Kimi de bakraçlarla.
Kazanlar kaynar bahçede, çamaşır kaynatırlar her yer beyaz sabun kokar. Toprak fırınlarda ekmek pişirirler. Ekmek pişer pişmez yaptıkları tereyağını çıkarır, ekmeğin arasına sürer yaşlı kadın, doyurur çocukları. Tavuklarına bakar, kireç döker sık sık kümeslere. Ocağa yemeğini koyduysa, durmaz dört duvar arasında yine sedire, oturmaya…
Gelen giden eksik olmaz. Şifacıdır, bilge kadındır; bir sözüyle alır kadınların ağır yükünü… Derdi olan ona koşar, sır tutar. Akşam yemeğinden sonra komşu kadınlar gelir, anlatırlar, çay demler içerler. Dinler, çok konuşmaz, usul usul güler. Oynamaktan, koşmaktan yorulduysak kulak kesilir dinleriz kadınları. O gün, biz de duyalım diye yüksek sesle anlatmıştı yaşlı kadın:
“Annemin kokusunu hiç unutmuyorum.”
Gözünde bir damla ha indi ha inecek, öyle donup kalıyor.
“Ne yer ne yurt, oradan oraya. Annem dağdan kekik toplardı. Elleri, eteği hep kekik kokardı. Bayburt’tan geldiğimizde küçücüktüm. Oradan oraya çok savrulduk, uzun zaman göçebelik. En son Maşukiye’de mesken tuttuk. Büyüdüm serpildim. Elim ayağım okkalı, boyum uzun, iri yarıydım. Her işe koşmaya başlamıştım artık.”
Yaşı küçük… On dört yaşında, çocuk daha. Gelsinler görmeye de elinden her iş gelir… Gelir mi? Çocuk daha! Vermişler onu, ne düğün ne dernek. Her işe koşsa, elinden her iş gelse ne olacak? Adam deyip verdikleri de çocuk daha, on yedi yaşında. Gelin gittiği evde kendinden bir yaş küçük görümcesi var, kaynana, kayınbaba.
“Kaynanam kıyamazdı gene de, çocuğuz ya daha. Tarlaya gitmeden ahşap teknede ekmeği yoğurur uyandırırdı bizi. Benim adam da onlarla giderdi çalışmaya. Görümcemle bana derdi ki: ‘Ekmeği mayaladım, siz fırının ateşini tutuşturun pişirin. Evi süpürün, yemekleri yapın.’ Onlar çıkar giderdi, biz de çıkardık sokağa. Koca gün ip atlar, sektirmece (sek sek) oynardık. Kimi yapar kimi yapmazdık işleri. Kaynanam bir gün geldi, ekmek tekneden taşmış; biz hâlâ sokakta, oynamakta. Korktuk kızar diye ama eline süpürgeyi alıp kovaladı bizi: ‘Ha gidin oynayın, ayağımın altında dolanmayın.’ Çıktık biz tekrar sokağa; iri yarı olsan, elin okkalı olsa ne olacak, çocuğuz daha. ‘Hadi,’ dedik, ‘saklambaç oynayalım.’ Bizim arkamızdan adam da gelmez mi? Kaynanam yemeği, ekmeği pişirene kadar oynadık.”
Bir gün annesini özleyince kaçıp gitmiş koca evinden annesinin yanına, epey de gelmemiş. Yapamayacağını düşünmüş. Orada da duramamış. Kimseciklere haber vermeden yine tutmuş yolu dönmüş. Kayınbaba, kapıda görünce gelinini buyur etmiş:
“Gel kızım, bir bardak su ver de içelim. Bu evin kızı ol sen.” demiş.
Su vermiş, geçmiş oturmuş yanlarına…
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Çok beğendim.