Kapalı yerde kalamam ben, havanın bitmesi en büyük korkum. Mesela, metroya binemem. Bir yere trafik var diye metroyla gidecek biri varsa, ben yürüyerek ya da otobüsle gider sonra katılırım ona. Uçağa binebilmem için gerçekten sarhoş olmam gerekir. Tren ya da otobüsü ne kadar uzun sürerse sürsün tercih ederim. Uyku tulumuna giremem eğer dikdörtgen değilse. Dar bir şey de giyemem, bir pantolon gelmişti kuzenlerden birinden de, bol değil diye “Beni burdan çıkarıııııın!” diye ağlaya ağlaya yerlerde yuvarlanmıştım. Uzun çorap giymem gerektiği dönemlerin nasıl bir azap olduğunu anlatmama gerek yok sanırım, ya da şu anda nasıl giyindiğimi. Ve tabii ki, asansöre de binemem. Nereye çıkılacaksa merdivenle çıkarım, kat sayısı fark etmeksizin.
Altı sene evvel asansörü neredeyse her defasında yarı yolda duran, beş katlı bir binanın çatı katına gidip geliyorum. Korkularım sağ olsun asansörün tekinsizliği beni çok da ilgilendirmiyor. O gün bir arkadaşımın söyleşisi var. Onu dinlemeye gidiyorum, doktoradan tanıdığım bir kız da iş konuşmaya gelecek. Kız beni arıyor, sekiz kere tarif etmeme rağmen anlaşmayı başaramıyoruz ve ben aşağı inip binanın önüne çıkıyorum, o geldiğinde yukarı çıkacağım tekrar.
Geliyor kız, diyorum ki: “Çatı katında ofis. Beşinci katın üstünde, çatıya çıkılıyor.” Ve merdivene doğru seyirtmeye çalışıyorum. Kız yol tarifimi anlamadığı gibi, benim merdivenle çıkacağımı da anlamıyor. Hem kibarlıktan hem de uzamasın diye ben de biniyorum onunla asansöre. Artık tek istediğim bir an evvel asansörden inip merdivenlere kavuşmak, oradan da terasa atacağım kendimi. Çıkacağımız kata basıyorum, ağır ağır çıkmaya başlıyor asansör, ve sonra tık diye ikinci katla üçüncü kat arasında duruyor. Işık sönüyor, “Vfuu…” diye havalandırma sesi gelmeye başlayınca elim ayağım boşalıyor, hafif havalanıyorum. Güzel şeyler düşünmem lazım, yoksa aklımı kaçırabilirim.
“Durduk, bir şey yap, bir şey yap.” diye telaşla bağırıyor kız, ben halimi anlamasın, ama daha önemlisi halimi ben anlamayayım diye her şey yolundaymış gibi yaparak. “Basıyorum şimdi, yukarı çekerler birazdan.” diyorum. Herhangi bir hareket olmuyor binada. “Ses çıkarmak lazım.” diyor kız ve kapıyı tekmeleyip bağırmaya başlıyor. En ihtiyacım olmayan şey! Hava mı bitiyor, bana mı öyle geliyor? Delirmek üzereyim. Kız bağırmaktan vazgeçip geri çekiliyor. Artık ortalık sessiz sadece nefes alıp verişimizi ve benim düğmeye bastığımda çıkan cılız “Ccccüüüüü…” sesini duyuyoruz. Ayak sesi yok etrafta.
Aklımı kaçıracağım, kaçırıyorum…
Dur aklıma bir şey getireyim, ne getireyim?
Hava mı bitti?
“Yok bitmedi.” derken asansörün içi aydınlanıyor, bizimkiler asansörü yukarı çağırıyorlar. Arkamı dönüp bakıyorum, kız iki eli kafasının yanında köşeye sinmiş, derin derin nefes alıp ağlıyor. Panik atağı varmış. “Beterin beteri var.” diyorum içimden ve kendimi takdir ediyorum.
Kendimizi bembeyaz suratlarla terasa atınca, “Neden binmek istedin asansöre öyleyse? Merdivenle çıkardık ne güzel!” diyorum.
“Sana zor olmasın diye!” diyor.
“E, sen neden bindin?”
Kibarlığımıza gülüyoruz ve bir daha görüşmüyoruz.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Yazıdaki “beterin beteri var” vurgusu beni biraz rahatsız etti. Zaten baş etmesi çok zor olan bu durum tam da bu dışarıdan gelecek olası yargılayıcı/acıyan yorumlarla daha da zorlaşıyor. Kendimden biliyorum.
Dahası yazar bunu kendini takdir etmek için bir araca dönüştürüyor ve yazının sonunda “bir daha görüşmedikleri” bilgisini de ekliyor. Aslında neredeyse aynı durumda olan iki kadının başından geçen bir anıyı okuyoruz ama ben yazıdan, öteki kadına biraz haksızlık mı edildi acaba duygusuyla ayrıldım sanırım.
Merhaba,
Farklı ifade edebilir miydim emin değilim. Çünkü beterin beteri var derken, vurguyu o kişiye değil kendime yapmak istemiştim. Asansörde kaldığım kişinin durumunu ve daha kötülerini ben defalarca yaşadım. O gün bunu yaşamadığım için kendimi takdir ettim. Evet, o yaşadı ve onun durumunu benden kötü buldum ama genelde ben daha kötü olduğum için beterin beteri var deme hakkımı kullanıyorum. Yani o kişiyi yargılamak için, dışardan biri olarak değil, tam ortasından söylüyorum. Kapalı yerde, korkular içinde kaldığım pek tanımadığım insanlarla sonradan görüşmediğim gibi onunla da görüşmedim. Kapalı yerde kalmaktan hiç ama hiç hoşlanmıyor, öleceğimizi sanıyor oluşumuz bizi tekrar görüştürmek için yeterli değilmiş demek ki. Kaldı ki sadece ben değil, kimse kimseyle görüşmek istemedi. Acayip korktuk, sakinleşince kibarlığımıza güldük, balkonda derin nefesler aldık ve bir daha görüşmedik. 🙂
“Schadenfreude ” reklamı gibi yazının orası yazının. Ama birbirlerine ayıp olacağı için hiç istemedikleri bir durumda kalan iki kadın, birbirlerine hiç sempati duymuyor olabilirler zaten o an. Ayıp olur kurumu yüzünden katlandıklarımız, taa en derine giden göze alışlar, ben gene kurumun kendisine sinirlendim daha çok. Ayıp olur diye yapmaya kalkıştıklarımızın yarısını yapmasak bayağı özgürüz, kendiliğinden.