1990'lar

Sınırlarda Kadınlar

Yolculuğum nasıl, neden, nereden başladı çok uzun bir hikâye ama tek bir cümleyle şöyle anlatabilirim: Yirmi yaşında cezaevine kapatılmamak için doğduğum, yaşadığım ülkemi terk etmiş ve bir adaya sığınmıştım. Adada hayat kendi sakinliğinde devam ediyordu, oraya gelen sığınmacılar ise karakolun önüne eklenen bir odada kalıyordu.

Akdeniz’in hemen dibindeydim, artık doğduğum topraklar karşı kıyıda kalmıştı ama özgürdüm, belki de işin en güzel tarafı buydu. Gündüzleri denizin kenarında büyüdüğüm toprakları görmeye çalışırken akşamları karakolun önünde mülteciler için yapılmış hücrede uyumaya çalışıyordum.

Bu güzel adadan sonra yolculuğum biraz daha sürdü. Bir, iki ada daha derken alıştığımız bir ring arabasıyla başkente götürüldüm. O güzel adadan sonra ring arabasına tekrar binmek beni kendime getirmişti. Adalar, Akdeniz, adada mültecilere tercümanlık yapan Balıkçı Yorgo, Akdeniz balıkları, adanın karşısında gördüğüm renkli ışıklar, hepsi silinip gitmişti.

Ring arabasından alışıldık bir şekilde montum kafama geçirilip indirildikten sonra neresi olduğunu bilmediğim bir yerin alt katlarına apar topar indirilip merdivenlerde düşe kalka bir yere atıldım. Hızla kapanan demir kapının ardından bir hücreye kapatıldığımı anladım el yordamıyla.

Hücreye kapatılmanın ne olduğunu biliyordum, işte burada da kapatmışlardı! Burası benim bildiğim, duyduğum hücrelerden daha büyüktü. Geniş, birazcık basık, alçak tavanlı, yarı karanlık… Duvarın kenarından koştura koştura giden farelerle oyalandım biraz. Korkuyla beraber “Burada da hücreye kapatılacaksam neden geldim ki?” sorusuyla boğuşmaya başladım. Bir yandan fareleri izleyip bir yandan bana yaklaşıp yaklaşmayacaklarını düşünürken gözlerim karanlığa alıştı. Duvarlarda benden önce oraya kapatılanların yazdıklarını okuyordum zaman geçirmek için. Ama en kötüsü dillerini bilmediğim polislere dert anlatmaya çalışmaktı. Arada bir demirlere vurup İngilizce “Ben suçlu değilim!” diye bağırıyor, bunu yaparken fareleri de kaçırdığımı düşünüp seviniyordum.

Saat epeyce ilerlemiş, karanlık basmaya başlamıştı. Ben umutsuzlukla duvar yazılarını okurken demir kapı gürültüyle açıldı ve içeriye kadınlar girdi kahkahalarla. Ne olduğunu anlamadım, bir anda ortalık aydınlandı ve aynı gürültüyle demir kapı tekrar kapandı. Alçak tavanlı basık hücre benden büyük, benden küçük, benden korkak, benden cesur kadınlarla doldu. Sanki bir şenlik alanına dönüşmüştü hücre, rengârenkti her yer. Hepsi birbirini tanıyordu tek yabancı bendim. Bu gecenin üstünden yirmi altı yıl geçti, ama hepsi çok güzel, çok samimi, hayat dolu kadınlar olarak kaldılar belleğimde.

Aralarından daha olgun görünen biri polislerin anlayacağı bir dilden bağırarak bir şeyler söyledi bir ara. Sonradan banyo sırasına yazılınca anladım polise neler söylediğini: “Sıcak suyu aç! Lambaları yak!”

Sular ısındı, lambalar yandı, sırayla duş aldık, yanlarında getirdikleri eski, yeşil, kırmızı valizlerden çarşaflar nevresimler çıkarıldı, serildi o küf kokan süngerlerin üstüne. Sadece hangi ülkeden geldiğimi sordular bana. O güzel çarşaflarda koyun koyuna yattık, korkusuzca, sabaha kadar.


Görüntü: Pixabay.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Sınırlarda Kadınlar&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: