1990'lar

Saçlar ve Bazı Kıskançlıklar

Çocukluktan genç kızlığa doğru yol aldığım çalkantılı yıllarda, hayatım kız arkadaşlarımın etrafında dönerdi. Önümde bilinmezliklerle dolu bir kadınlık evreni uzanırken yanımda yöremde daima onlar vardı. Öyle ya kadınlık denen muammayı ancak el birliğiyle çözebilirdik. 

Orta okuldayken oturduğumuz apartmandaki en yakın arkadaşım da Kübra’ydı. Önceleri bahçeye oyun oynamaya indiğimizde bazı bazı didişir, küsüşür, çok geçmeden barışırdık. Ben cadalozdum, Kübra ise mülayim. Kavgaya tutuşursak onu bastırmak için elimden geleni yapardım. Kübra’nın gözlerinde yaşlar birikir birikmez pıtır pıtır dökülürdü. Bense ağlamayı zayıflık saydığımdan kaskatı dururdum. Gelgelelim kavganın ardından uzun uzadıya küs kalmaya katiyen içim el vermezdi, zeytin dalı uzatıverirdim arkadaşıma. 

Ergenliğe geçişimizle beraber bahçedeki oyunların yerini, o dönemin en gözde aktivitesi olan  Bağdat Caddesi’nde turlamalar, odalarımıza kapanıp herkeslerden sakladığımız sırlarımızı birbirimizle paylaşmalar ve fısır fısır konuşmalar almaya başladı. Bir çırpıda büyümenin ve tam bir genç kız olmanın, fırtınalı aşklar yaşamanın hayalini kuruyorduk. Hoşlandığımız çocuklar tarafından beğenilmenin, güzelliğimize bağlı olduğundan adımız gibi emindik. Ancak bize güzel hissettireceğini düşündüğümüz şeylerin bazıları annelerimizin yasaklar listesindeydi. Mesela kaşlarımızı aldıramazdık ya da boyacı küpüne düşmüş gibi makyaj yapamazdık. Neyse ki saçlar konusunda herhangi bir kural konmamıştı. Saç boyatmamak kaydıyla tabii! Bu durumda, tipimizi değiştirmek için saçlarımızla yetinmekten başka çaremiz yoktu. 

O zamanlar ütüyle saç düzleştirme furyası almış başını gidiyordu. Biz de saçlarımızı ütü masasına serip üzerine bir güzel ütü basardık. Kübra’nın saçları dalgalı olduğundan bu yaptığımız onda bir değişiklik yaratırdı. Benim halihazırda dümdüz olan saçlarımsa iyice pırasaya dönerdi. Onca çabamıza rağmen dış görünüşüme dair her şey aynı tas aynı hamam kalırdı. Dahası dişlerimde tel olması ve okulda benimle “Telli turna” diye dalga geçilmesi, içinden çıkamadığım bir kompleks yumağına tıkardı beni.

Günün birinde Kübra’nın aklına bir fikir geldi. “Hadi gel…” dedi, “Saçlarını tek tek öreyim.” İnce telli saçlarım gür ve uzundu. Yani bu işe kalkışmak başlı başına delilikti ama denemeye değerdi. Hem zaten ondan hep saçlarımla oynamasını isterdim. Pek kıramazdı beni. Kucağına uzanır ya da önüne otururdum; o da saçlarımı kâh tarar, kâh tatlı tatlı okşardı. Tek tek saç örmek başkaydı elbet. Sabır isterdi. O gün, hem tutam tutam saçlarımı hem de arkadaşlığımızın bağlarını ördü Kübra. Saatler boyunca hiç susmamacasına konuştuk. Bundan böyle sırdaştık, kardeştik, en yakın arkadaştık. 

Birkaç gün sonra saçlarımı beraberce açtığımızda kabarık, tost denilen saç modelime kavuşmuştum. Dümdüz sönük saçlarımdan kurtulmanın sevinciyle doluydu içim. Kübra’nın eli sayesinde bir süreliğine de olsa kompleks yumağımdan çıkabilmiştim. Ta ki okula gidene dek.

Okulda bir başka yakın arkadaşım vardı, adı Melis’ti. Sapsarı saçları, masmavi gözleri ve bembeyaz teniyle benim gözümde bir peri kızıydı âdeta. Güzelliğiyle olduğu kadar cool tavırlarıyla da etkilemişti beni. Onun en sevdiği arkadaşı olmak istiyordum. Böylece Melis’in güzelliğinden nasiplenebileceğime inanıyordum galiba. Fakat içimi kemiren bir duygu var: Kıskançlık. Bunu kimseye itiraf edemiyordum. İnsanın sevdiği bir arkadaşını kıskanması ayıp değil miydi? Neyse ki günlüğüm vardı. Alıyordum elime kalemi, döküyordum derdimi günlüğün sayfalarına. Bastırdığım kıskançlığı çekinmeksizin anlatmışım bir keresinde:

Melis çok güzel. Ben ise hiç de güzel değilim. Hem belki tellerim çıksa bile hiç güzel olmayacağım. Bazen Melis’i çok kıskanıyorum. Çünkü öğretmenler ve herkes onun gözleri ve saçlarına bayılıyor.

Herkesten çok bunlara bayılan bendim aslında. Çünkü bu özelliklerin Avrupai olduğunu düşünürdüm. Kendimi onunla kıyasladığımda hiç de Avrupai bir tipim olmadığını düşünüp kahrolurdum.

Melis’le arkadaşlığımız, herhalde benim sevgi ve nefret, kıskançlık ve hayranlık arasında gidip gelen karmakarışık ve çelişkili duygularımın da etkisiyle pek uzun ömürlü olmadı. Biten her arkadaşlığın ardından olduğu gibi onun ardından da hüzünlere gömüldüğüm bir dönem yaşadım. Onu kıskandığım için kendimden utanmamayı ise epeyce sonra becerebildim.

“Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım” Elena Ferrante, Çevirmen: Eren Yücesan Cendey Everest Yayınları, 2017.

Geçtiğimiz yaz, İtalyan yazar Elena Ferrante’nin Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım adlı romanının yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki karakterinin sürükleyici hikâyesine daldığımda, ergenlikteki kız arkadaşlarım ve onlarla paylaştıklarımı hatırladım. Romanın anlatıcısı Lenu’nun, en yakın arkadaşından “Lila benden daha güzel. Demek ki ben her konuda ikinci sıradayım. Bunu asla ve hiç kimse fark etmesin istedim.” diyerek bahsettiği bölümü okurken duraladım. Birdenbire Melis’i ve onun bende uyandırdığı duyguları hatırladım. Sonra kitabın kapağını çevirdim. Siyah-beyaz bir fotoğrafta, beyaz fistolu elbiselerinin içindeki iki kız çocuğuna baktım. Kızların saçları örgülü ve örgülerin uçları kurdeleyle tutturulmuş. Yan oturan kız, arkası dönük olanın saçlarına dokunuyor. Aklıma Kübra ve onunla arkadaşlığımız düştü.  


Görüntü Pixabay.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Saçlar ve Bazı Kıskançlıklar&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

Şenlik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et