2000+

Dün Geceki Kızlar

Nasıl oldu bilmiyorum ama kendimizi tanımadığımız birinin evinde bulduk. Doğrusu ‘’bulduk’’ değil, tanımadığımız insanların davetini kabul ettik ve isteyerek o eve gittik. Her şey sokakta anlam veremediğimiz bir kutlama sırasında başlıyor. Üç kızız ve Paris’teyiz. Aslında biz birbirimizi pek tanımıyoruz. Sadece aynı yurtta kalıyoruz ve üçümüz de ailelerimizi Paris’te bir yaz okulu fikrine zar zor ikna etmişiz. Belki de bu yüzden aramızda bir yakınlık kuruluyor ve o akşam birbirimize eşlik etme kararı alıyoruz.

Sokaklardaki kalabalıklara karışmaktan memnun olduğumuz yaşlardayız. On yedi. Sağa sola işveli bakışlar atıyor, durmadan kıkırdıyor, tek başımıza Paris’te olmanın tadını çıkarıyoruz. Bir erkek usulca yanımıza yanaşıp hangi dilde konuştuğumuzu soruyor, hangi dilse çok ahenkli duyulduğunu söylüyor: Harmonieuse. Fransızcamızı geliştirme bahanesiyle çocuğu lafa tutuyoruz. Hoş biri. Bizi arkadaş grubuyla kutlamaya davet ediyor. ‘’Biz aslında neyin kutlandığını bilmiyoruz.’’ diyorum. 14 Temmuz olduğunu söylüyor. 14 Juillet. Zaman ne çabuk geçmiş, ayın on dördünün gelmiş olması içimi burkuyor, yaz okulumun ve bu güzel Paris sekmesinin kapanmasına birkaç hafta kalmış demek.

Çocuk anlatıyor. “Fransız Devrimi…” diyor, “Bastille baskını sayesinde mahkûmlar serbest kaldı ve…” Çocuğun arkadaş grubuna bakıyorum. Hiç kız yok. Şimdi olsa aralarına katılmaktan çekineceğim bir grup erkeğin arasına karışıp kendimizi tanıtıyoruz. Etraf daha da gürültülü bir hâl alıyor. Herkes bir süre sonra en yakınındakiyle lafa dalıyor. Kutlama bittikten sonra bir tarafa doğru yürüyoruz. Biraz ileride grup dağılıyor, küçülüyor. Kalanlarla yürümeye devam ediyoruz.

Benim beğendiğim çocuk, Julien, Sorbonne’da edebiyat okuyormuş, ilgim daha da artıyor. Ne kadar yol katettiğimizi bilmiyoruz ama keyfimiz yerinde. Paris’i bilen birileriyle dolaşmaktan memnunuz. Bize geçtiğimiz binaların tarihçesini anlatanlar var. Orada bir anı, burada başka bir anı dinlerken saat iyice geç oluyor, karar vermek gerekiyor. İçlerinden birinin evine gidilecek. Bize de soruyorlar: Katılmak ister misiniz? Açıkçası nerede olduğumuzu bilmediğimizden, oradan yurda bir başımıza dönmek gözümüzde büyüyor. Paris’i geceleri hiç dolaşmamışız, taksilere dair de hiç iyi şeyler duymamışız. O zaman akıllı telefon da olmadığı için çocuklarla devam etmek daha güvenilir bir seçenek gibi görünüyor. Emin de olamıyoruz. Çekingen tavrımızı fark eden davet sahibi, kötü insanlar olmadıklarının altını çiziyor, onda kalmak istersek bize temiz çarşaf ve yastık verebileceğini, hatta istersek odanın kapısını içeriden kitleyebileceğimizi söylüyor. Gülüşüyoruz. Hadi, diyorum. Benim “benimkisine” güvenim tam. “Biraz daha yürüyünce evdeyiz. İsterseniz size çay da yaparım.” diyor. Yolda türlü edebiyat eserlerinden konuşuyoruz. Onu dinlemek hoşuma gidiyor. İçimdeki merak büyüyor. Tanımadığımız birinin evine gidip tanımadığımız insanlarla takılmanın hiçbir garipliği yokmuş da, sadece büyülü bir kürenin içinde dolanıp duruyormuşuz gibi.

Sonunda eve varıyoruz. Büyük avluyu geçip, üç kat çıkıyoruz. Ne güzel, ne büyük bir ev. İçeride bronz heykeller var. Bize içki soruyorlar, yok diyorum. Julien ‘’Çay?’’ diye soruyor. ‘’Evet.’’ Bu teklifi unutmuştum. İlk kez tadacağım rooibos çayıyla böyle tanışıyorum. Ev turu bittikten sonra, hepimiz salonda bir yere kuruluyoruz, yorulmuşuz. Ev sahibi çocuk üşenmeyip, söz verdiği gibi odamızı hazırlıyor. Televizyonda bir belgesel açık. Salonda koyu bir sohbet başlıyor, yakalayamıyoruz. Julien’le yoldaki derin muhabbetimiz sekteye uğruyor. Ev sahibi geri gelip odamızı göstermek üzere bize eşlik ediyor. Odada büyükçe bir yatak var ve kitaplık. Arkadaşlarıma çocukla takılmak istediğimi söylüyorum ve onları odada bırakıp, Julien’e ‘’Sohbetimize devam etmek istiyorum.’’ diyorum. Beni bize ayrılan odanın yanındaki küçük odaya davet ediyor. Onun odasıymış. Yerde yer yatağı var, başında da bir pikap ve pek çok plak. İçinden Pearl Jam’in Ten plağını koyuyor. Seviyor gibi yapıyorum. O içkisinden yudumluyor, ben etrafı inceliyorum. Yine bir dolu şey konuşuyoruz. Eline bir kitap alıyor, yatağa oturuyoruz. Calligrammes, bana Apollinaire’in çizgi şiirlerini gösteriyor. Bir süre sonra dalıyor olmalıyım, beraber uyuyoruz. Sabah uyandığımda odada tek başımayım. Julien kahvaltılık bir şeyler almak üzere dışarı çıktığına dair not bırakmış. Arkadaşlarımın yanına gidiyorum. Salondaki belgesel ekibi öylece sızmış. Kızlar da mışıl mışıl uyuyor. Odaya geri dönüyorum, etrafı kurcalıyorum. Bir süre sonra Julien elinde kahve ve croissant’la geliyor.

-Süt ister misin?
-İsterim.

Onunla mutfağa gidiyorum. Süt şişesindeki son damlayı bardaklarımıza bölüştürüyoruz. Beraber odanın sokağa açılan balkonuna kurulup, petit dejeuner yapıyoruz. Dün geceki halimize kıyasla daha sessiziz ama içim huzurlu. Croissantlar ve kahve soğumadan kızları uyandırmaya gidiyorum. Kahvaltıdan sonra salondakileri uyandırmamaya dikkat ederek evden ayrılıyoruz. Julien en yakın tren istasyonuna nasıl varacağımızı bir kâğıda çiziyor. Üzerine e-posta adresini de yazıyor. Hafta sonu ailesinin yanına Montpellier’e gidecek, geri geldiğinde yeniden görüşebiliriz. Yurda dönüp odalarımıza dağılıyoruz. Yorgunluğumu atmak üzere öğle uykusuna yatıyorum.

Uyanınca aklıma çok iyi bir fikir olduğunu düşündüğüm bir şey geliyor. Ayça’nın odasına gidiyorum, o fikrime pek yanaşmıyor, onun odasından Zeynep’in odasını arıyorum. Zeynep fikrime sıcak bakıyor. Ayça’yı da sonunda ikna edip en yakın marketin yolunu tutuyoruz. Onlara teşekkür etmek için hediyeler alacağız. İçten içe hem bize karşı kibarlıklarını ödüllendirmek istiyorum hem de Julien’i gitmeden görebilmek. Peki ama ne alacağız? Mesela, sabah Julien kahvenin yanında portakal suyu bakınmıştı ama evde yoktu ve sütü de bitirmiştik. Bunlardan alabiliriz, biraz meyve, meyveli yoğurt ve güzel çikolatalar da alabiliriz. Alıyoruz.

Julien’in bize çizdiği kroki ve genç hafızamız sayesinde evi buluyoruz. Deneye yanıla çaldığımız zillerden sonra kim olduğumuzu soranlara, dün geceki kızlar olduğumuzu söylüyoruz. Kapı açılıyor. Avluyu geçip üçüncü kata çıkıyoruz. Ev sahibi çocuk biraz endişeli görünüyor. Elimizde torbalar var. Ben söz alıp, dün geceki inceliklerine karşılık onlar için alışveriş yaptığımızı söylüyorum. Çocuk şaşırıyor. Garipsiyor mu mahçup mu oluyor emin değilim. Torbalara bakıyor. Gülümsüyor mu, gülüyor mu belirsiz. “Hiç gereği yoktu.” diyor. “Ne var bu torbalarda?” “Hiiiç.” diyorum. “Birtakım ihtiyaçlar.” Ramazan kumanyası dağıtıyoruz sanki. Çocuğun yüzündeki yadırgayıcı yüz ifadesi şu an çok net, ama o zaman, hatta bir müddet, bu davranışımızın iyi bir izlenim bırakmış olduğundan epey emindim. Çocuk elimizdeki torbaları alıp kuru bir merci ile kapıyı üstümüze örtüyor ve planlarımız orada suya düşüyor.


Ana görüntü: Yazarın fotoğrafı.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Dün Geceki Kızlar&rdquo için 1 yorum

  1. Bilmem ki kaç defa okudum bu yazıyı ben, ramazan kumanyası kısmına geldiğimde hiç okumamıştım gibi gülmeye başlıyorum.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: