“Çocukken çalışıyoduk hep… Kim bizi oynatırdı ki? Yok canım, oynamak hiç yoktu, biz oyunlara hasrettik. İşte bazı zaman kaçamak yapıyoduk. Arkadaşlarla giderdik salıncak oynardık. (Gözlerini kapatıp da) Ne diyolardı? Hah körebe, onu oynardık, o da işte büyüklerimizden gizli. Bilseler kızarlardı tabii. Kız çocuğu niye oynasın ki? Kız çalışır, kız temizlik yapar, kız iş yapar. Kız oyun oynar mı? Kızlara oyun oynamak yok. Ayıptır kızların oynaması.
Kışları da gene boş oturulur mu? Kilim, halı bi şeyler çıkarırlardı muhakkak. Bi de zaten o karda kışta hayvanlarla uğraşmaktan zaman olmuyodu oturmaya. Bi de misafir çok olur, gece yarısına kadar misafirin hizmetlerini görürsün. Kışın gelen yatıya gelirdi, bir hafta on gün. Yaa evet öyle de uzun kalırlar. Onlara yemek yaparsın, yedirirsin, soğukta beklersin ama biz köydekilere bile misafirliğe gitmezdik. Erkekler giderdi de kadınlar gitmezlerdi.
İşte ben 14 yaşımda evlendim zaten.
Küçük yaşta evlenmeeeek… Çok kötü… Eziyolar seni, felaket eziyolar… Sen babangili unutuyosun, çünkü çocuksun. Onların yanında büyüyosun. Onlar seni ezdiği kadar eziyo sen yine onları seviyosun. Karşı çıkmak mümkün mü? Şimdi büyük elti kaynananın yerine geçiyor. Her şey onun elinde, o verirse sen yersin, vermezse sen böyle bakarsın. Onlar yerler çünkü onlara aittir. Çalışmadığın zaman da seni döverler.
Bir gün kaynım beni yine dövdü ama öyle böyle değil. Ben de “Artık benim çekeceğim yoktur.” dedim, aldım çocuklarımı da İstanbul’a geldim. Tabii tek başıma değil, köyden bir akraba getirdi ama geldim sonuçta. Kocam da İstanbul’da çalışıyodu zaten.
Bizim köylümüz bir kadın vardı “Gel seni temizliğe götüreyim, alışırsın sen de.” dedi. Bir hafta beraber gittik, bayram geçince artık sen yoluna ben yoluma. Ondan sonra ben de temizliğe gider oldum ama köyden tanıdıklar gelince çalıştığımı saklıyoruz. Kadın çalışmaz, ayıptır ya… Kadın çalışırsa kötü yola düşer, şudur budur. Köyde hep onu söylerlerdi. Çok afedersin çalışan kadın şeydir… Yani bu gözle görürlerdi. Ama ben geldim gittim ki aynı bizim gibi hanımlar gittiğimiz insanlar. Moderen ama kendini bilen hanımlar. Biz orda bi şeyler öğreniyoruz.
Ben de önce gizli çalıştım. Sonra kocamla oturdum konuştum, dedim ki “Bak ben namusumla çalışıyorum. Biz niye millete inkâr edelim. Bu kapıcı parasıyla ev yapılmaz ama biz bu çalıştığımla ev alırız. İnsanlar demiycek mi ‘Bu para nerden geldi?’ Biz bunu düşünelim kim ne derse desin ben çalışıyorum.” Aradan bir hafta on gün geçti kaynım geldi. Ben yine tabii yokum ama kararlaştırmışız açığız artık. “Nerdeydin Havva?” dedi. “İşteydim, işten çıktım merdiven sildim.” Yani gayet de kendime güvenerek söyledim, artık nasıl söyledimse onu bilmiyorum. “Sen köydeki ahırları nettin ki buraya gelip elin merdivenini siliyosun?” dedi. “Elin merdivenini silerken karnımı doyuruyorum ama orda onu yaparken…” “Sen aç mı kaldın?” diye üsteledi. “Aç kalmadım ama daha ne olsun?” dedim. Kaynım sinirlendi kızdı çıktı gitti. Hiç de bir şey olmadı, ben de çalışmaya devam ettim.
Benden sonra da köyün kadınları, kızları hep işe başladı. Rekoru ben kırdım yani (gülüyor), öncülük ettim.”
Bilgi Notu: Yazıda anlatılanlar o zamanlar 55 yaşında olan iki çocuklu, Sivas/Kangal doğumlu Havva Erdoğan’ın ses kayıtlarından alınmıştır. Bu kayıt 2008 yılında, AÇEV (Anne ve Çocuk Eğitim Vakfı)’in düzenlemiş olduğu “İşlevsel Yetişkin Okuryazarlık Programı”nda gönüllü eğitmenlik veren tarihçi, araştırmacı ve çevirmen Esra Üstündağ Selamoğlu tarafından yapılmış bir dizi söyleşinin bir parçasıdır. Havva ve Esra’ya teşekkürlerimizle.
Görüntü: Şenlik arşivi
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Rekor kırmış,duayen olmuş, köylülerinin duayeni… Ne güzel, nasıl akıllı bir kadın öyküsü bu, hem de ne kadar geçek. İyi ki anlatmış Havva.
Kadının aklına, kararına, cesaretine değer verilse, onlara bırakılsa hayatları neler değişir daha, nelerin rekorları kırılır kim bilir.. ne güzel anlatmışsınız..