1960'lar

Bedava Yoğurt

Annemle babamın gençlik yıllarında çayır çimene, pikniklere gitmişlikleri var, bazı fotoğraflardan anlaşılıyor, anlatıyorlar da. Sonrasında babam Anadolu’daki görevleri sırasında kazalara teftişe giderdi ama sanırım annem, ablam, ben daha önce gerçek bir köy görmemişiz.

Yaşadığımız şehirde bitişik komşumuzun merkeze yakın köylerden birinde akrabaları var, hem de köyün en zenginleri, en hatırı sayılır kişileri. Yaz tatilinde “Hadi sizi bizim köye götürelim.” diyorlar. Çoğu şeye izin çıkmayan babamdan nasıl oluyorsa ‘olur’ geliyor. Altmışlı yılların sonu, ilkokul ikinci sınıfa geçtiğim yazdı sanıyorum.

Müthiş bir heyecan sarıyor bizi, hazırlıklar başlıyor, dolmalar, börekler pişiyor. Kocaman bir piknik çantası hazırlıyor annem. Komşumuzun oğlunun bir kamyoneti var, anneler öne oturuyor, çocuklar kamyonetin kasasında sırt üstü uzanıp gökyüzünü seyrederek köye ulaşıyoruz.

Bizi, önce evlerine götürüyorlar, masal evlerden biriyle karşı karşıyayım. Bahçede tavuklar, kazlar, ahırda inekler, yeni doğmuş bir buzağı, evin çatı katına kurutulmak üzere mısırlar asılmış, şimdilerde organik diye kapış kapış aldığımız elmalar bir köşeye yığılmış, ev buram buram elma kokuyor. Ocakta köy ekmeği pişiyor, yayıkta ayran çalkalanıyor, mutfakta raflara turşular, tarhanalar dizilmiş.

Evde neredeyse dört kuşak bir arada yaşıyor. “Emekliyor, süt dişi de çıktı.” diye anlattıkları yüz yaşını geçmiş Kariye kadın, onun gelini, gelininin gelini ve torunlar. Tam bir imece, herkesin görevi belli, koşuşturup duruyorlar.

“Hadi!” diyorlar, “Bahçeye gidelim, yemeğimizi orda yiyelim.”

Bahçe dedikleri tarla aslında, ev ahalisinin bir kısmı rençberlerle birlikte tarlada çalışıyor zaten. Hep birlikte tarlaya yürüyoruz. Kasa kasa domatesler toplanmış, bir kenara yığılmış, toplanmaya devam ediliyor. Bir köşede ateş yakılmış, çocuklar ortasından çubuk geçirdikleri mısırları közlüyorlar. Yere kilimler seriliyor, biz çocuklar yine kamyonetin arkasındaki gibi sırtüstü uzanıp ağaçların arasından gökyüzünü seyrediyoruz.

Herkes çantasındaki yiyecekleri çıkarmaya başlıyor, annem bir kesekâğıdının içinden domates çıkarıyor. Pikniğe gidiyoruz diye manavdan satın aldığı iki kilo domatesle domates tarlasının içine düşünce, bu durum eğlenceye dönüşüyor. Epeyce gülüyoruz hep birlikte.

Ardından benim şaşkınlığım başlıyor. Soframızda yoğurt var, diyorlar ki “Kendi ineklerimizin sütünden yapıyoruz yoğurdu.” O güne kadar bizim evimizde yoğurt yapma diye bir şey yok, pazardan bakır bakraçlar içinde aldığımız yine de çok sağlıklı yoğurdu tüketiyoruz ama biz onu parayla alıyoruz. Onlar kendi ineklerinden sütü sağıyorlar, o sütten yoğurt yapıyorlar ve yiyorlar. Aracı yok, satın alma yok, nedense bu bana çok ilginç geliyor.

Birden ağzımdan “Anne bak, bedava yoğurt!” tarzı bir cümle çıkıyor. Annem kaş göz işaretiyle ayıp demeye çalışıyor. Ancak bu ifade diğerlerinin pek hoşuna gidiyor ve gülmeye başlıyorlar, “Yi gız yi, bak bedava yoğurt!” diye takılıyorlar bana. “Yok.” diyorum, “Öyle söylemedim,” mümkün değil, anlatamıyorum. Ben kendimi ifade etmeye çalıştıkça onlar “Yi gız yi, bak bedava yoğurt!” deyip gülüyorlar. O kadar utanıyorum ki, bir daha yoğurttan yiyemiyorum.

Sonrasında bu köye defalarca gidip geliyorum, aileyi terk eden büyükler oluyor, yeni gelinler, torunlar ekleniyor, şehre göçenler oluyor. Benim bu “Bedava yoğurt!”  hikâyem kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılıyor. Gerçekten ne demek istediğimi ne o günkü debelenmelerimle, ne sonraki gidişlerimde daha beylik cümlelerle de anlatmam mümkün olmuyor. Sonunda ben de teslim oluyorum, “Evet, o benim.” diyerek keyifle o günü anımsıyoruz.

Şimdilerde kendi ‘bedava’ yoğurdumu yapıyorum artık ama sütü hâlâ para ile alıyorum.

 


Ana görüntü Harald Sohlberg – Ripe Field tablosu

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Bedava Yoğurt&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

Şenlik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et