1990'lar

Yumuş Kızı Abla

İlkokul birinci sınıfa başladığım zaman yaşça benden büyük öğrencilerin yanında vakit geçirmeye bayılırdım. Dayılarım, teyzelerim, annemin kuzenleri de aynı zamanda okul arkadaşlarım olduğu için hiç yabancılık çekmezdim büyüklerin yanında. Daha kademe ne demek, ortaokul ne demek, forma ne demek bilmiyorum, ama onların yapıp ettiği her şey bir başka güzel geliyor gözüme.

Her teneffüse çıktığımda soluğu dayımın okuduğu ortaokul binasının önünde alıyorum. Duvar dibine sinip oyunlarına dahil etmelerini bekliyorum. Sınıf arkadaşlarım çağırdıksıra omuz silkiyorum. Küçüklerin içinde işim ne? Öğle yemeği için evlere dağılacağımız vakit ilk ben fırlıyorum sınıftan, büyüklere yetişebileyim diye. Kapı önünde dayımı beklerken uzun uzun izliyorum benden büyük kız öğrencilerini. İmrene imrene bakıyorum hâl ve hareketlerine.

Miyase mesela dayımın sınıfında. O bencileyin sırt çantası kullanmıyor. Kucağında kutu gibi bir şey taşıyor onun yerine. Saçları benim gibi iki kulak değil, hep muntazam bir papatya topuzu yapıyor. Bir ara onun gibi önüme gelen saçlarımı nazikçe kulağımın arkasına katasım geliyor, elimi yüzümde gezdiriyorum, saç yok! Annem saçım başım öğle yemeğine kadar dağılmasın diye önce beyaz don lastiği ile sıkı sıkı bağlamış, üzerine de çerçiden aldığı bayram şekerli tokalardan takmış. Miyase benim gibi önlük de giymiyor. Masmavi bir jilesi var, içine de beyaz bebe yaka gömlek giyiyor. Memeleri de tomurcuk gibi kabarmış. Miyase’yi gördükçe tez elden büyüsem de saçımı papatya topuzu yapsam diye iç geçiriyorum.

Miyase’yi okul dışında ilk defa babamın amcasının köydeki yazlık evinde görüyorum. Yurt dışında yaşayan büyük amcamlar yazları köye gelir, yaz bitene kadar da köyde kalırlardı. Her yaz da mutlaka bir çifti ellerinin altında her işe koştursun diye tutarlardı. Erkek dışarı işlerine bakarken kadın da ev içinde her şeye dönüyor. O yıl Miyaseleri tutmuş amcamlar. Annesi yaşlı olduğu için koca evin içinde Miyase ivil ivil iş yapıyor. Sofra kuruyor, sofra topluyor. Fasulye ayıklıyor. Erişte bile kesiyor hıtır hıtır.

İlkin tanıyamıyorum onu. Başına oyalı yemeniden çelgi atmış. Belinden oturtmalı gömleğin altına giydiği balık eteğin içinde aynı deniz kızlarına benziyor. Çelgili deniz kızı. Okulda sek sek oynarken, ip atlarken hop hop hoplayan Miyase’den eser yok. Büyükler gibi saçımı okşayıp “Napıyon fıstık?” demese onun Miyase olduğunu çıkarasım da yok. Çocukluğun getirdiği büyük bir merakla amcamın karısına dönüyorum:

-Miyase niye burda, artık sizin kızınız mı oldu?

Aysel Yengem:

-Bizim kızımız değil, o yumuş kızı, yumuşlarımızı tutuyor babasıyla.

O günden sonra Miyase’ye hiç Miyase demiyorum. O artık “Yumuş Kızı Abla.” Yani emirleri tutacak, işleri yapacak olan abla. Büyük amcamın evinde etrafa karşı o inanılmaz dölek tavırlarını görünce çocuk aklımla bile artık ismiyle hitap etmeye çekiniyorum.

Sonra okullar açılıyor. Artık ilkokul ikinci sınıfa gidiyorum ama annem hâlâ saçımı ortaokula giden kızlar gibi yapmıyor. Ben yine dayımı bekleme bahanesiyle ortaokul binasının önünde bekliyorum. Bakıyorum, dayım dahil herkes okulun önündeki pınarın lülesinden su içiyor. Su içme sırası bana gelince bir karış boyumla bırak pınarın lülesini, oluğa bile yetişemediğim için hayvanların su içtiği oluğun dibini boyluyorum. Annemin okulun ilk haftası diye yaka mendilime kadar ütülediği önlüğün kollarından hayvan mukozaları ve yosunlar damlıyor. Saçım başım da sümük içinde. Dayım kucaklayıp oluktan çıkarıyor. Dayımın tüm arkadaşları gülüyor. Miyase de gülüyor. Miyase’nin o halime gülmesi nedense çok dokunuyor. Çocukluğun getirdiği tüm zalimlikle, tüm arkadaşlarının içinde ona dönüp “Ne gülüyon Yumuş Kızı?” deyip dilimi çıkarıyorum. Dayım çekiştirerek eve götürüyor. Ayakkabılarımın içi sırılsıklam, yürürken kurbağa vaklaması gibi ses çıkarıyor.

Aradan yıllar geçiyor. Benle emsal olan teyzemin düğünü için köydeyiz. Üniversiteyi kazanamamışım, gelen geçen sınavı soruyor, dokunsalar ağlayacağım. Anneannemlerin evindeyim. Daha gündüzden düğün töresini getiren misafirlerden geçilmiyor ev. Bir ara hayata çıkıyorum az nefes alayım diye. O sırada taş basamaklarda bir kadın beliriveriyor. Eteğinde iki tane küçük çocuk. Basamaklar bitip de hayatın başına vardığında “Huh!” diye yüksek sesle soluklanıyor, yorulduğunu belli etmek için. Çıkaramıyorum yine kim olduğunu. “Kız Ayşe, tanımadın mı beni? Ben Miyase, hani Yumuş Kızı derdin!” Bir sarılıyor, bir bakıyor “Koca kız olmuşsun.” diyerek. İkinci sarıldığında omzuna yumuluveriyorum. Sonra da içimi çeke çeke ağlıyorum, burnum Miyase’nin omzunda.

 


Ana görüntü, Paul Serusier – Çamaşırcı Kadınlar, 1892

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Yumuş Kızı Abla&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: