1990'lar

Fil Hikâyesi*

Yıl 1991. Müfettiş Yardımcılığına yeni başlamışım. Sınavı kazananlar olarak toplantı odasında hiçbir iş yapmadan oturduğumuz, iş başlayana dek birbirimize ve ortama alışmaya çalıştığımız bir süreç. Bizimle ilgilenen eğitimciler arada bir geliyor “Var mı bir sorun?” diyor, “Yok.” diyoruz, yok çünkü.

Ancak günler ilerledikçe bir sorun çıktı. Bütün odalara sürekli çay gidiyor, bize sadece bir sabah, bir de öğleden sonra servis yapılıyor. Bir gün sorumlumuza sorduk “Çay nasıl içebiliriz bu servislerin dışında?” diye. Şaşırdı. “İstediğiniz zaman içersiniz, iki kere servis nerden çıktı?” dedi. Sonra yardımcı personeli çağırdı ve “Bu odaya da istedikleri zaman servis yapacaksın.” dedi. O da başıyla onayladı. Aynı kişi, ertesi gün çay istediğimizde bize şöyle bir bakıp gitti, çay falan da gelmedi. İkinci gün, üçüncü gün ve izleyen birkaç gün aynısı oldu. Durumu bir iki kez “Hani bize de istediğimizde çay servisi yapılacaktı?” diye hatırlatsak da bir değişiklik olmadı.

Bu sorun canımızı sıkıyordu, ne yapabileceğimizi tartıştık. Dikkatimizi çekmişti, çayları getiren kişi birisinden çok çekiniyordu. Başkan yardımcısı onu ne zaman koridorun başındaki odasından çağırsa kapının önünde hazır olda duruyordu. Biz de sorunu ona bildirelim dedik. Dedik ama yalnız kat görevlileri değil, memurlar, bizi eğitenlerin çoğu hatta diğer başkan yardımcıları dahi çekiniyordu o başkan yardımcısından. Peki biz onun karşısına çıkıp bunu nasıl ona söyleyecektik?

Bir tartışma da bunun için yaşandı ve içinde benim de olduğum sekiz, dokuz kişilik bir “heyet”le topluca karşısına çıkmaya karar verdik. Koridorun diğer başında yer alan toplantı odasından çıkıp onun odasına doğru yürümeye başladık. Heyette görevli tek kadın bendim ve erkek arkadaşlarım ön safı bana bıraktılar. En önde ben, hemen arkamda iki, üç kişi ve onların hemen arkasında diğerleri dizilmiş olarak yürüyorduk. Ben öndeydim ama yan gözle hafifçe arkaya dönerek arkadaşlarımı kontrol ediyordum. Tam odaya bir adım kala arkamdakilere bir daha baktım ve son adımı atıp açık olan kapının önünde durdum. Başkan yardımcısı masasında oturmuş, sigara dumanından oluşan bir bulut içinde bir şeyler yazıyordu.  Birden başını kaldırdı, baktı.

-Evet, dedi.
-Girebilir miyiz?
-Ne demek girebilir miyiz? Tek değil misin?

Arkama baktım ki kimse yok!

Şaşkınlığımı anlamıştı, eliyle masanın önündeki koltuğu işaret etti,

“Otur lütfen” dedi. Oturdum. Bir şey söylememi bekliyordu:

-Aslında ben kapının önüne gelinceye kadar yanımda yedi, sekiz kişi vardı. Eminim! Hemen öncesinde baktım arkadaşlara, demek tam geldiğimizde ayrılmışlar yanımdan!

İçimden öyle bir kızıyordum ki, Timurlenk’in karşısında yapayalnız kalan Nasreddin Hoca gibiydim. Toplantı odasına geri döndüğümde beni yolda yalnız bırakanlar nasıl bir şaka yaptıklarını anlatarak gülüyorlardı.


Ana görüntüde Darphane tarafından basılan hatıra parasından ayrıntı.
Nasreddin Hoca, Fil hikayesi kaynak.

*Fil Hikayesi

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Fil Hikâyesi*&rdquo için 2 yorum

  1. Gülsün Kaya

    Ama yazarımız “hak bildiği yolda yalnız da olsa” ömür boyu yürüyecektir, besbelli…

    • Fulya İNCİ

      Bu yoruma çok teşekkür ediyorum, hak bildiğim yoldan ayrılmamak bildiğim tek yaşam biçimi.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: