“Akşam ezanı okununca evde ol.” zaman çizelgesinde büyüyen şanslı çocuklardık. Mahalledeki en yakın arkadaşım Pınar’la yaptığım plan tam da bu zaman aralığına göre ayarlanmıştı. Ezan okunurken telaşla günün son oyunu için biri duvara dönüp saymaya başlar, diğerleri saklanırdı. Herkes bulununca ya da çanak çömlek patlayınca koşarak evlere dağılırdık.
Ben Enes’ten çok hoşlanıyordum, çanaklar çömlekler pek umurumda değildi. Enesler bizim mahalleye ’99 yazından sonra büyük bir sessizlikle taşındılar. Annesi depremde dul kalmış, iki çocuğuyla dedesinin gösterdiği daireye taşınmıştı. Biz sokakta koştururduk, Enes koşturmazdı. Arada bakkaldan bir şeyler almak için çıkar, kimseye ses etmeden evine geri döner, film izlerdi.
Plan basitti. Saklambaç oynadığımız duvar Eneslerin binasının duvarıydı. Oyun başladığında ben kapısı kilitli olmayan depoya saklanıp hemen yan odadaki kitaplıklı çek-yattan Enes’in fotoğrafını alacaktım. Pınar beni kollayacak, gözcülük yapacaktı. Sobelenip koşarak eve gidecektik.
Pınar biraz korktu ama ikna etmeyi başardım. Planı gerçekleştirdik. Ben lastikli şortumun içine sokuşturduğum fotoğrafla yakalanmadan eve attım kendimi. Ertesi gün Pınar geldi, ganimeti merak etmiş. Fotoğrafı gösterdim, Enes’in yanında bir adam var. Her yerin, merdivenler dahil, boydan boya halı kaplı olduğu bi yerdeler.
“Sence bu adam kim? Burası neresi?” dedim.
“Deprem gecesi Kur’an Kursunda nöbetçiymiş hoca olan babası. Sabah bina yerinde yokmuş. Burası, orası olabilir.” dedi.
İkimiz de bu kadar değerli bir şey çaldığımızı bilmiyorduk. Bir süre sessizce fotoğrafa baktık.
Sonra Pınar’a yeni planımızı anlattım.
Ana görüntüyü yazarı gönderdi.
Sözü edilen mahallenin son hali.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Çocukluk… Ne güzel bir anı, acıyı ve değeri kavrayış…