Ben bir zamanlar, çok sık olmasa da, iş için yurt dışına gidip gelirdim. Bedavadan iki değişik memleket görmek güzeldi doğrusu. Bir de arkadaşlarım arasında şöyle bir beklenti vardı: “Kim bilir belki uçakta yakışıklı bir İngiliz çocukla tanışırsın!”
Hem yakışıklı hem de nedense İngiliz!
Şehir efsanesi işte. Uçakta tanışılır, hemen kaynaşılır. Oysa gerçek hayatta uçaklar, horlayan amcalar, ağlayan bebekler, gürültücü gruplarla dolu, haliyle bana da bunlar düşer.
Efendim bir gün gene uçağa binmişim, koltuğuma doğru yavaş yavaş ilerliyorum. Herkes bir gaile içinde. İşini bitirip koltuğuna yerleşmiş olanlar yeni gelenleri süzüyor. Ben de olur ya hani diye, İngilizli bir koltuk bakıyorum. Koltuğu buldum. Cam kenarında kucağında bebeğiyle oturan genç bir kadın ve yanında kocası! Tamam ne yapalım!
Kadınla gözgöze gelip selamlaştık. Yerleştim oturdum. Bir ara koltuk altındaki bebeğin çantasından bir şeyler çıkardılar babayla, bebeği aldılar verdiler falan, baktım adam cam kenarına geçmiş, anne benim yanımda.
Okeey!
Bebek tatlı bir şey, biraz agucuk bugucuk, kaç aylık, adı ne?
Neyse, hadi kaptan, biz hazırız, uçak düşerken ne yapacağımızı da öğrendik, kalk da gidelim.
Amanın demez olaydım! Uçağın havalanmasıyla bebeğin yaygarayı basması bir oldu. Kızcağız hoplatıyo, zıplatıyo, ben parmağımı şıklatıp şaşırtıyorum aklımca. Bir an susup, şaşkın şaşkın bakıp sonra daha yüksek perdeden tekrar başlıyor. Havalandırma da kapandı mı, sıcak mı üflüyor, ne oldu?
Anne pardesü ve başörtünün içinde boncuk boncuk terliyor, bir yandan bana mahçup mahçup gülümsüyor. Biraz uyur gibi yapayım da bari en azından ben yük olmayayım kadına. Derken bir sessizlik oldu. Gözümün arasından bir baktım annesi emziriyor.
Heh! Niye en baştan yapmadın şunu bacım? Buymuş çaresi. Oh birazdan da uykuya daldı. Cam kenarındaki beyefendi de rahatlayıp uyku pozisyonunu aldı. Anneyle azıcık sohbet edelim dedik, adını öğrendim, Aynur. Memleket? Kaç yıldır oradalar? Laflıyorduk ki bebek mıkırdanmaya başladı. Aman dedik susalım da uyusun.
Galiba bir saat olmuştu uçuş başlayalı, kaptanın ani gelen anonsu sadece bebeği değil uyuyan herkesi uyandırdı. 10 bin fitte Romanya hava sahasında uçuyormuşuz. Evet bunu öğrendiğimiz çok iyi oldu. Kim susturacak şimdi yandaki arkadaşı? Aynur gene davrandı memeye ama bu sefer onu da istemiyor. Benim şebekliklerim iyice sinirini bozuyor. Baba bir el attı sonunda. Aynur tuvalete gitti, gelir gelmez de hemen bayrak teslim edildi. Az sonra yemek servisi geldi. Önce cam kenarındaki beyefendiye: “Köfte mi makarna mı alırdınız? İçecek? Siz hanımefendi?” Aynur da köfte dedi, içecek istemedi. Tepsiyi ben aldım. Sehpayı açtım, koydum ama Aynur nasıl yiyecek ki kucağında ağlayan bebekle? Sehpa açılınca yeri de iyice daraldı, gene terlemeye başladı. Cam kenarındaki beyefendi ve ben karnımızı doyurduk. Aynur da bebeğinkini ve sonra gene daldı uykuya bebek. Ama Aynur kıpırdayamıyor. Babaya verecek oldu ııııııhhh sesini duyar duymaz pozisyonuna geri döndü.
Epey oldu, hostesler boşları almaya geldiler. Aynur dokunmamıştı bile yemeğine ama “Alabilirsiniz” dedi. Hostes kızla çok kısa bakıştık. Anneannemin “balalı kargaya bok yemek bile haram” lafı geldi aklıma. Al işte dedim bu uçuşta da yakışıklı bir İngilizle değil balalı kargayla yolculuk etmiş olduk.
Ana görüntüyü Betül Sinanoğlu yazı için çizdi.
Sinanoğlu’nun Instagram hesabı
Görüntü için Nerede bu karganın balası? diye sorduk, yazar: Bari burada rahat etsin, dedi.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Çok güzel bir yazı olmuş, eline sağlık Mehtap’ın… Karganın hiç değilse “burada” rahat ettirilmesi de kadın dayanışmasının eşsiz örneği…
Bu arada bir üniversitede “Türkçede Çocukla İlgili Söz Varlığı” konulu bir doktora tezi yazılmış (1200 sayfadan fazla), Mehtap’ın anneannesinin sözü orada yok, “Sıpalı eşekle çıkma yola, başına getirir bela…” gibi şeyler var. Mehtap’ın anneannesi söz varlığı hazinesi anlaşılan…