2000+

Pazar Gofreti

Bir düzene sokmaya başladığım akşam yürüyüşlerimin rotasında pazar yerleri var. Yürüyüş yaptığım gün,  pazar kurulmuşsa mutlaka uğrar, hiçbir şey almazsam bile pazarı boydan boya turlar, eve öyle geçerim. O akşam, pazara uğramaya hiç niyetim yoktu, ama uğradım yine de. Yiyecek ile giyecek tezgâhları arasında, keskin geçişi yumuşatan öteberi tezgâhları vardır. Öyle bir öteberi, kırıntı tezgâhının önünde durdum. Tezgâhta dizi dizi gofret vardı. İlk defa öteberi tezgâhı görmüyordum elbette ama, açık gofret görmeyeli uzunca bir zaman olmuştu. Hem kakaolu aldım hem de vanilyalı, bir de narlı lokum. Artık kendi evim var, gelenim gidenim olur, kahvenin yanına koyarım diye…

Yetişkin olmaya çalışırken hâlâ evcilik oynuyormuşum gibi geliyor. 7 yaşında, annemin elime gelen en büyük yazmasını çıkın gibi düğleyip çanta diye koluma takarak müthiş evcilik ekibine “Hadi ben şimdi anneymişim, yemeklik almaya gidiyorum, çarşı ekmeği de alacakmışım, bu da çarşı çantammış.” der gibiyim yeniden. Hem rolümü oynayıp hem rolümün gerektirdiklerini sayıyorum içimden: Tuz bitti. Çay kavanozuna atılacak karanfil bitti. Çubuk tarçın bitti. Ay, kuru reyhan! Reyhan da almam lazım Betül’ün tarif ettiği çay için, çok iyi geliyordu baş ağrısına.

Akşam eve gelir gelmez çay suyunu koydum. Pazardan aldığım kakaolu ve vanilyalı gofretlerden tabağa eşit sayıda dizdim. Çayın demlenmesini beklemeden dişlerim sızlaya sızlaya yedim gofretleri. Gofretleri yerken aklıma İzmir’deki komşumuz İsmihan Ebe’nin her perşembe günü dağıttığı Perşembe Hayırı geldi. İsmihan Teyze’ye ebe dememiz, kardeşimin onu babaanneme benzetmesiyle başladı. Köyde babaanneye ebe diyorlardı. Gerçi ben hâlâ diyorum, tanımadığım insanların yanında, onların kafaları karışmasın diye babaanne, diğer zamanlarda ebe.

Göçmek, çocuklukta da yetişkinlikte de aynı şekilde algılanıyor galiba. Kardeşlerim ve ben, İzmir’de taşındığımız mahallede, babaanneme benzeyen birine ebe diye sesleniyorduk; babam TRT’de rahmetli Atilla İçli’nin sunduğu Yörelerimiz Türkülerimiz’i izlerken jenerikte odun taşıyan birini köyden bir yaşlıya benzetiyordu sürekli. Programı her izleyişinde de ilk söylediği andaki heyecanla dile getiriyordu bunu. İşi hayatına dair her şeyi muhafaza etmeye vardırmadıkça koca şehirde, geldiğin yerdeki insanların sosyal emsallerini aramak çok insani bir şey. Bunun o zaman değildiyse de şimdi farkındayım, yani Kandemir Konduk senaryosu yazacağımı sanmayın, aman diyim!

Kardeşlerimle babaanneme benzettiğimiz İsmihan Ebe, üst katı aynı bizim ev gibi, senelerce kaba inşaat duran iki katlı evin alt katında oğlu, gelini ve torunu ile yaşardı. Bizden yalnızca bir sene önce Afyon’dan taşınmışlardı. Kardeşlerim ve ben, sanki aramızda yazısız bir pakt imzalamışız gibi İsmihan Teyze’ye İsmihan Ebe demeye başladık. Torunu Öznur ile radika toplamaya giderken beni de yanına katar, neyin radika, neyin deli ot olduğunu öğretirdi İsmihan Ebe. Ot toplamak için o zamanlar seyrek seyrek gecekondularla kaplı, şimdilerde sıra sıra bloklar kondurulsa da hâlâ bayırlığını muhafaza eden Eski Çamlık’taki İhsan Alyanak Mahallesi’ne giderdik genelde. Gözünüzde Orhan Kemal romanlarından fırlama, rezil perişan bir mahalle canlandırmak istemem. Radikayı topladığımız yer, çok da derme çatma gözükmeyen ama ilkokul resim defterimden fırlamış da taşa betona bürünmüş gibi duran evlerin olduğu, adını aldığı çamlarla, ardıçlarla bezeli bir mahalle. Bizim yaşadığımız Günaltay’dan farkı, sokakların dar ve evlerin bitişik nizam olmayışı.  İsmihan Ebe, oradan topladığımız iki kucak radikadan payıma düşeni şalvarından çıkardığı poşete doldurur, eve öyle bırakırdı beni.

Ergenliğimin getirdiği hoyratlıkla radika toplamaktan utanana kadar da önüne katıp katıp götürdü beni İsmihan Ebe. Sürekli ot topladığımız mıntıkanın yan sınıftaki Talat’ın mahallesi olduğunu öğrendiğim güne kadar yani. Yemlik saçlı Talat top oynarken ben ot kazıklıyordum, beni gördü diye utanmıştım, sonra da hiç gitmedim İsmihan Ebe ile radikaya. O civardaki her çocuğun aşağı yukarı benimkine benzer bir hayata sahip olduğunu bilmeme rağmen, İsmihan Ebe ile elimizde ekmek poşetleri, cebimizde sırttan kilitli yaylı çakılarımızla ot toplamaya gitmeyi utandırıcı bulmuştum o gün. O zamanlar kaynağını anlayamadığım bu utancın, şehirdeki insanlarla karşılaştıkça başka çocukluklardan, başka gençliklerden haberdar olmamla ilgili olduğunu biliyorum bugünden bakınca.

Ben büyüdüm, İsmihan Ebe’nin ot toplamaya gidecek dermanı kalmadı, İhsan Alyanak’a çıkan yol da asfaltlandı, ama İsmihan Ebe her perşembe günü bizim eve hayır dağıtmaya devam etti. Hatırladığım kadarıyla, sadece pandeminin en şiddetli, evden çıkamadığımız zamanları ara verdi Perşembe Hayırı yapmaya. Kocası, İsmail Dede (aramızdaki o yazısız pakt gereği, İsmihan Ebe’nin salonundaki fotoğraftan tanıdığımız rahmetli kocasına da İsmail Dede derdik) yaşadıkları evi yaptıktan sonra vefat etmiş bir perşembe günü. Hiçbir perşembe aksatmadan bize hayrını bırakırdı, “İsmail Dedenizin canına değsin.” diye. Her perşembe açık gofret ya da tereyağı, yufka ve yumurta ile yaptığı sıcacık omaç  ile Perşembe Hayırı’nı bırakmak için zile basar, olur da evde bulamazsa cümle kapısının altından bırakırdı.


Markus Spiske’e ait fotoğraf Unsplash’den.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

 

Pazar Gofreti&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: