Sıcağıyla meşhur illerden birine taşınalı iki yıl kadar olmuş. İş arıyorum. Arıyorum aramasına ya, umudum da kalmamış aslında. Derken asfaltın bile buharlaştığı yaz günlerinin birinde çalıyor telefonum. Önemli bir gazetenin bölge müdürlüğünden aranıyorum. Saat verilmiyor görüşme için, anlamıyorum. “Ne kadar erken gelirseniz, o kadar iyi.” gibi bir şeyler diyor telefonun diğer ucundaki kadın. Hem panikten hem bilinmezlikten kafam allak bullak oluyor. Ne bir ilanını görmüşüm bu gazetenin ne başvuru yapmışım.
Dolaba bakıyorum, görüşmeye gidecek tek uygun giysim var. Birkaç yıl evvel, bir törende giymek için aldığım kaşe kumaştan, siyah elbise. Elbise manto gibi kalın ama yarım kollu, yakasında nefes alacak tek bir boşluk bile yok ama diz üstünde bitiyor. İnsan kendini ikna etmek istesin yeter ki bir yolunu buluyor işte.
Elbiseyi üzerime geçirmeye çalışırken yeniden çalıyor telefonum, görüşme işi biraz aydınlanıyor benim için. Bir süre önce özgeçmişimi verdiğim önemli bir referans tarafından iletilmiş iş aradığım bilgisi gazetenin bölge müdürüne. Benimkiyle birlikte başka özgeçmişler de verilmiş, hepimizle o gün görüşülecekmiş, onlardan da bir iki cümleyle bahsediliyor ama kulak kesilmiyorum işin açığı, aklım o elbiseyle, o sıcakta, oraya nasıl varacağımda daha çok.
Gazetenin tabelasını gördüğümde saç diplerimden ayak parmaklarıma dek ter içindeyim, astar derime yapışmış. Elbise her adımda daha da kalınlaşıyor sanki, yakası yükseldikçe yükseliyor boynuma doğru. Arada referans olmasa bir dakika düşünmeden eve döneceğim, öyle berbat hâlim.
İçeri girince şaşkınlığım terime karışıyor, kapının hemen karşısında tavana kadar üst üste yığılmış gazeteler. Onların önünde, ancak telefon ve bir not defterinin sığdığı bir masanın ardında oturan sekreter, yirmi adımda bitecek bir koridor, duvarda rengi karaya çalmış yapay çiçekler. Tabela ile mekân arasındaki fark, bir insanı ne kadar şaşırtabilirse o kadar şaşırıyorum işte.
Görüşmeden önce tuvalette derlenip toparlanma hayalim de suya düşüyor böylece. Ama öyle nerede olduğu bilinmez bir su parçasına sanmayın ha, tam ensemden aşağı doğru akan suya doğru düşüyor, eminim bundan.
Sonunda görüşme başlıyor, pek anlam veremediğim, özgeçmişimle ilgisi olmayan sorular birbirini kovalıyor. Oda çok güneş alıyor, klima soğutmaya yetmiyor, koltuklar deri. Oturunca yukarı toplanan elbise formundaki mantom cehennem provamı hızlandırıyor. Büsbütün yapışıp kalmamak için arada hareketleniyorum koltukta.
Caaartttt! Haşin bir el hiç durmadan koli bandı söküyor gibi.
-Siz akşam haberlerine gidebilir misiniz şimdi?
–Carrttt! Tabii.
-Ama geceye de sarkabiliyor etkinlikler?
-Sorun değil. Caarttt!
Kurgu murgu derken işler karışıyor, vermediğime emin olduğum bilgilerin doğruluğu teyit edilmeye çalışılıyor. Birkaç dakika sonra, ben iyice şaşırmışken soruların muhatabı olmadığım, özgeçmişlerin karıştığı söyleniyor abartılı kahkahalar eşliğinde. Az daha terlersem kendimi o koltuktan sökecek kadar bile dermanım kalmayacak diye panikleyip iyice terliyorum. Özgeçmişler karışmış olsa da üzülmemem gerektiği ekleniyor, zaten aynı deneyime sahip olsak bile işe bekâr bir erkek almak istiyorlamış.
Aman ne sevindim yine, yeniden bunu duyduğuma!
Çünkü işte biliyormuşum “Bayanların evliliği, doğum izni falan.” Bugün akşam haberine giderim diyen, yarın kocam istemiyor diyormuş, misafirim var diyormuş, saat geç oldu taksiyle döndüm diye fatura işletmeye çalışıyormuş, onlar “gelip geçici eleman” istemiyormuş. Sinirleniyorum, sinirlenince de terliyorum, terledikçe deri koltuğa iyice yapışıyorum, bunların kadınları iş yaşamının dışında tutmaya yarayan ezberler olduğuna dair bir şey söylüyorum. Asıl benimkinin ezber, onlarınkinin deneyim olduğu söyleniyor. Kısa tartışmayı bir şok izliyor. Belli ki özgeçmişim ilk kez tartışma sırasında inceleniyor. O an devam ettiğim lisansüstü programının adı İsveççe bir kelimeyi telaffuz etmeye çalışır gibi okunuyor. “Ya sen baştan söylesene!”ler gelişi güzel savruluyor ve kapanış o şahane soruyla yapılıyor, alaysız, imasız, katıksız bir merakla:
-Kadın araştırmaları derken… Yaaniiii… Nesini araştırıyorsunuz kadınların?
Adamın cüreti, elbisenin kumaşı, işsizliğim… Ter içindeyim, her şey burama gelmiş, kafamdan dumanlar yükseliyor sanki. Elbiseyi üstümden atıp koşasım var aslında ama onun yerine bir cafeye oturup büyük boy limonata ısmarlıyorum kendime.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Tabelasına Bakmadan&rdquo için 1 yorum