Fotoğraf çekilirken, sınıf kapısında asılı duran tabela, ilkokul ikinci sınıf anısına atılan bir imza gibi benim elime verilmiş.
Sınıfımızda iki İsmet var, biri esmer, biri sarışın. Sarışın olan neredeyse kızıla yakın saçları, çilleri olan bir çocuk. Sarı İsmet köyden geliyor diye biliyoruz. Her gün gelip gidebildiğine göre şehre yakın köylerden birinde yaşıyor demek ki.
Siyah önlük, beyaz yaka takıyoruz o zaman. Daha hareketli çocukların beyaz yakaları tek tarafından düğmeye asılı kalmış, sallanıp duruyor teneffüslerde koştururken, Sarı İsmet de bunlardan biri. Ama fotoğraf çekileceği zaman öğretmenimiz toparlıyor bizi, okulun taş merdivenlerine diziliveriyoruz.
Sınıfımızda soba var, yağmurlu günlerde teneffüste sırılsıklam olup derse girdiğimizde, önlüklerimizi çıkarıp sobanın etrafına sandalyelere asıp kurutmaya çalışıyoruz. Sınıfın en nanemollası olarak ben, böyle bir günün arkasından mutlaka hastalanıp yatağa düşüyorum. Ardından gelsin uzun süren devamsızlık, rapor işleri.
Üçüncü sınıftayız sanırım, arkadaşlıklar pekişmiş, birbirimizle kaynaşmışız. Ben yine uzun süreli bir ev istirahatindeyim. Bir yerden, bir şeyden nem kapmışım; doktor, ilaç derken bu yatışlarım yirmi gün filan sürüyor. Ödevler eve geliyor, biraz derslerle, biraz hâlâ bebeklerle, onlara elbiseler dikerek geçiyor günler. Bu hastalık günlerinden hatırladığım en güzel şey, annemin yemeğimi tepsiyle yatağa getirmesi, bol limonlu yeşil salata ve sıkma portakal suyu ile.
Tam iyileşip tekrar okula başlıyorum, arkadaşlarımın arasına katılıyorum, bir haber geliyor sınıfa.
Sarı İsmet ölmüş. Ölmüş ne demek? Çocuk ölmez ki! Köyde traktörün üstünden düşmüş, ölmüş. Traktörden düşünce ölünür mü, çocuk olduğu için mi ölüyor? Kazanın detayını bilmiyoruz.
Diyorlar ki falanca gün, muhtemelen ertesi gün, cenazesi kalkacak, biz de sınıfça cenazeye katılacağız. Cenazeyi okulun önüne mi getirdiler, biz nereden eklendik cenazenin peşine, anımsamıyorum. Sadece bayramlardaki gibi boy sırasına göre üçerli sıralar halinde dizildiğimizi ve caddeden ağlaya ağlaya yürüdüğümüzü biliyorum. Şehrin ortasından geçen çay boyu, kambur köprüyü geçip meydandaki camiye kadar yürüyoruz.
Yürüyüş sırasında öğretmenimiz durmadan beni kolumdan tutup sıraya çekiyor. Artık nasıl ağlıyorsam, dengemi kaybedip sıranın dışına çıkıp duruyorum. Kaldırımdaki insanlar, ah vah ederek bizi izliyorlar.
Ya hastalıktan yeni kalkmanın etkisi, ya ilk kez ölümle yüzleşmek, hem de kendi yaşıtın bir çocuğun ölümü bilemiyorum, çok çok fazla üzülüyorum. Sanki o ağladıklarım üzüntümü anlatmaya yetmiyor bile, öyle hissediyorum.
Yolda bizi izleyenler arasından bir konuşma duyuyorum, “Şu kız kardeşi galiba, çok ağlıyor.” diyorlar. Şu kız benim, kardeşi değilim, diyorum içimden. Ama çocuk öldü.
Bir yandan insanların dikkatini çekecek kadar kendimi dağıttığım için de utanıyorum.
Görsel yazarın albümünden.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Sarı İsmet&rdquo için 1 yorum