Evden üniversiteme gidiş rotam hep sabittir. Her gün olduğu gibi, o gün de gelecek metroyu bekliyordum aynı istasyonda. Sıraya girdim; gerçi sıra denir mi, ondan emin değilim. Kimisi, arka arkaya dizilmiş onca insanı görmesine rağmen bir çırpıda kendini sıranın önüne atıyordu. Orta yaşlı bir adam da bunu yaptı, hepimizi ite ite sıranın başına geçti. Kimse de ses çıkarmadı. Benim de mecalim yoktu ses etmeye…
Nihayet metro geldi ve kapı açıldı. Kapının açılmasıyla birlikte içindeki son yolcu inerken bu orta yaşlı adam kendini aniden metronun içine atıverdi. Attı atmasına ama inmekte olan haşin bir genç adamın sırtına tosladı. Yaşlı adam boyunun kısalığıyla o kargaşadan sıyrılırken bu genç adam benimle göz göze geldi. Öfkeyle suratıma baktı ve bağırdı. Ona çarpanın ben olduğumu sandı. Oysa ona çarpan ben değildim. Neticede günlük ve sosyal yaşamın bir parçasıydı böyle hadiseler. Yanıt vermedim. Yanıt versem de kabul etmeyeceğini, o kargaşada hiçbir şeyin doğru anlaşılamayacağını biliyordum. Sessizce pencerenin hemen yanındaki boş koltuğa oturdum.
Pencereye doğru yüzümü çevirdiğimde genç adamı pencerenin ardında karşımda dikilirken gördüm. Gözlerini bana doğrultmuş, kaşlarını alnını kırıştıracak kadar çok çatıyordu. İnen herkes çoktan merdivenlere yönelmiş, durak bomboş kalmıştı ama bu genç adam hâlâ oradaydı. Beni korkutacak kadar büyük bir öfkeyle bakıyordu.
Metro bir dakika sonra hareket edecek, tüm bu korkum son bulacaktı. Hem adam da orada öyle kalakalacaktı sonuçta. Ama öyle olmadı, adam metronun hareket etmesine saniyeler kala pencereme daha da yaklaştı. Kafasını iyice eğip bana bir şeyler söyledi. Ne söylediğini duyabilmek mümkün değildi ama ağız hareketlerinden çıkarmak mümkündü. Küfretmişti… Hiç tanımadığı bir insanın, hiç tanımadığı annesine küfretmişti. Hem de ağzını doldura doldura!
Donakaldım öylece. Hiçbir şey yapamadım. Kalbim gümbür gümbür atmaya, ellerim hafifçe titremeye başladı. Bir ses duyayım istedim. Öyle çok istedim ki birisi “İyi misin?” desin, desin ki içine kilitlendiğim, o havasız kaldığım uzamdan bu soruyla irkilip çıkıvereyim. Ama kimsenin sesi soluğu çıkmadı. Hiç kimsenin.
Sakin kalmaya çalıştım elimden geldiğince. Olduğu kadar. Neye uğradığımı şaşırmış, yol boyunca darmadağın olmuştum…
Okula varmama çok az kala bambaşka bir endişe kapladı zihnimi. Ya bu adam ile tekrar aynı istasyon durağında karşılaşırsam?
Neticede her gün aynı rotayı kullanıyordum. Ya eve dönerken o durakta yine onu görürsem ve o beni tanırsa? Kendi kendime montumun kapüşonu ile kafamı örtebileceğimi, akşam karanlığında beni tanımasının güç olabileceğini düşündüm. Biraz içimi rahatlattı doğrusu. Kafamı kapüşonla örtecek, dualar ederek o durakta inip evime gidecektim.
Görsel Paul Klee, suya vuran aydınlık için kullandık.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“O Pencere&rdquo için 1 yorum