Annemler Edirne’nin köylerinden birinde, bir yazlık sitesindeki bu eve yirmi senedir gidip geliyorlar, yaz aylarını burada geçiriyorlar. Ben ABD’de yaşıyordum o zamanlar, kısacık tatillerde anne, babamla vakit geçirmek için bu eve gittiğim oluyordu. Geceleri cırcır, gündüzleri gugukların duyulduğu bu evde güzel anılarımız oldu zaman içinde. Tatiller, sürekli beraber olmak ilişkilerin dengesini değiştirme olanakları yaratıyor, iyiye ve kötüye doğru. Bu evde geçirdiğimiz zamanlarda, annemle ilişkimizin dengesini kalıcı biçimde değiştiren bir geceyi unutmuyorum hiç.
Gece yarısını geçmişti vakit, el ayak çekilmişti. Nasıl olduysa annemi balkonda yalnız yakalamıştım, bunun için fırsat kolladığımın farkında değildim aslında. Yatmak üzereydi, geceliğini giymiş, balkonda oturmuş, ışığı da kapatmış, temiz hava çekiyordu içine. Yanına gittim, oturdum, havadan sudan konuştuk. Sonra bir şey oldu bana, birden içlendim, bir şeyler anlatmaya başladım.
ABD’de yaşam kolay değildi pek, düşündüğümden, beklediğimden zor olmuştu uyum sağlamak. Okuldaydım, okulun sağladığı olanaklar, kolaylıklar vardı, güvendeydim, sorun yoktu ama insan ilişkilerinde yolunda gitmiyordu işler. Arkadaşlarım olamadı. Türkiye’de arkadaş edinmekte zorlanan ben, ABD’de hepten çuvalladı. Sosyalleşemiyordum. Sürekli bir ayak direme, patinaj çekme, kendini zorlama… Okulu astığım da oluyordu bu nedenle, çocuk gibi. İki insan yüzü göreceğim diye ödüm kopuyordu. Dertliydi ilk yıllar kısaca, Türkiye’ye duyduğum özlemin kesifliği de azaldı bir zamandan sonra, alışamasam da ABD’de yaşayan biri oldum sonunda. İki arada kaldım, memleketten uzakta yaşayanların en olağan tecrübesi bu aslında, sonradan anlayacaktım. Ufak tefek, ama üst üste biriken dertler, inciler o gece dökülüverdi.
Anlatıyordum anneme işte sağdan soldan, havadan sudan… Yükselip alçalan bir ses tonuyla, biraz hararet, biraz bezginlikle şikâyet edip duruyordum. Arada gözlerim doluyor yalnız, anlattıkça anlatasım geliyor. Aradan belki bir saate yakın zaman geçmiştir. Sokak lambasının ışığında yüzünü görüyordum annemin. Dinliyordu beni, “Hı hı, aa, hımmm…” gibi sesler çıkarıyordu. Ben anneme dert yanıyor olmanın verdiği rahatlıkla daha da ayrıntılara giriyordum. Anneye anlatmanın, özellikle ona sızlanmanın da rahatlığı biraz başkaydı.
Anlatması zor, hatta biraz da utandığım bir olayı anlatmaya başladım ki annem başını birden sağa çevirdi. Ben de baktım onun baktığı yöne, tam da lafımın ortasındayım. Baktığım yerde bir şey göremedim, ne olduğunu sordum. Tam olarak şunu dedi:
-Kemal Beyler Ankara’ya gitti dün gece. Arabayı almamışlar mı, kapıda duruyor bak?
Neye uğradığımı şaşırdım, hafif de bozuldum.
-Aşkolsun anne ya! Dinlemiyorsun beni.
“Hayır…” dedi “Hayır dinliyorum, dikkatimi çekti araba, pardon.”
Neyse olabilir, dikkati dağılmış olabilir deyip lafıma devam ettim, bir iki cümle ettim… Tor tor tor bir araba motoru sesi duyuldu uzaktan, ses bize doğru yaklaştı geldi önümüzde durdu. Annem bakışlarıyla arabayı dikkatle takip ederken benim cümleler solmaya başladı gene. Arabadan inen adamla selamlaştı annem ve bana dönüp dedi ki:
-Bak Selami Bey dükkânı geç kapadı bugün.
Selami Bey’in çarşıda beyaz eşya dükkânı varmış, yazları satış yaptığından geç kapıyormuş, ama bu gece hepten geç gelmiş.
Gülmeye başladım.
-Ya sana burada kimseye anlatamadığım şeyler anlatıyorum…
Tam bir şeyler daha diyecektim, eliyle durdurdu beni. Bedeniyle öne, bana doğru eğildi, eliyle başını göstererek dedi ki:
-Bak bu kafanın içinde yer kalmadı artık. Hiç dinleyemiyorum dert artık ben.
Geriye çekildi.
Biz bu konuşmayı yaptığımızda annem 70 yaşına yaklaşmıştı. Beni görüyor, anlıyordu, ama en çok kendi durumunu görüyordu artık, rezervler sonsuz değil tabii kimse için, güçler tükeniyor. Kendini gören, halini anlayan ve buna göre davranan bir kadınla karşı kaşıya olmanın da etkileyici bir yanı vardı. Hayatta kimseye bu denli hızla hak verdiğim olmamıştır. Sonra bir sessizlik. Sessizliği bozan annem oldu.
-Kolay değil yeni ülkeye alışmak tabii. Alışırsın, daha iyi olur zamanla.
“Herhalde.” dedim, gülümsedim.
Annemle benim aramda görünmez ipler vardı, hep böyle hayal ettim. Kimi ince, kimi kalın, kimi güçlü, kimi cılız bir çok ip canlandırdı gözümde. İkimizin arasında bazıları gerili, bazıları daha serbest ipler. Ne zaman kavga etsek o iplerden biri kopuyordu mesela. Çok zorlandığım bir dönemi oldu hayatımın, annem bana elini uzatırken ip değil, bir halat canlanmıştı zihnimde, gemileri iskeleye bağlayan halatlardan, iyi gelmişti öyle düşünmek. O gece annem artık dertleri dinleyemediğini, zihninde yer kalmadığını itiraf ederken ikimizi birbirimize bağlayan iplerden biri daha koptu gibi oldu yine, fakat hiç tanıklık etmediğim türden bir kopuş. Çözdüğü o ipi diğer ucundan da ben bıraktım sanırım. Ona hak vererek, onu anlayarak “Bu ipin burada olması artık gerekmiyor belki.” diyerek, derledim topladım kenara koydum sakince bendeki diğer ucu. İyi geldi o da.
Görsel: Banu Akkalkan
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansıile lisanslanmıştır.
Bir sürü duygu uyandırdı bu yazı ben de. Yazdım, yok bunu değil diğerini yazayım…Hepsi çok olur deyip birini seçmeye çalıştım, sonunda hepsini sildim.
Daha da nasıl tarif edilir ki bir insanı anladığını anlatmak.. En etkilendiğim, ipin kendi tarafındaki ucunu bırakma ve buna gösterilen rıza… Eline, kalemine sağlık Kiraz…
Kadını canından bezdirmisim işte 🙂
Bazen o kadar çok söylemek istiyorum ki bu kafada artık yer kalmadı demeyi…Ancak bu kadar iyi ifade edilirdi kopuşların gerekliliği.
Yaşanan kadınlar için ne kadar ortak. Rıza ile o ipi bırakmak ne kadar bizden bir his. Bütün yazı, hele o son paragraf bir duygu yaratıyor. Duygu orada, tarifi zor.