Beyaz bir arabanın bagajına eşyalarımı yüklüyorduk. Bavullar vardı, kitapların olduğu koliler, mektuplarla dolu daha küçük kutular, annemin “Sakın bırakma oralarda.” diye bin kere tembihlediği pamuk yorganım, zaten hiçbir koşulda ayrılmayacağım güzel yastığım, bir de ayaklı lamba. Dert oluyordu bu lamba, sığmıyordu bagaja ayağı; babam bir orayı, bir burayı deniyordu. Çiçekler dert oldu bir de, boşluklara yerleştirdi babam birkaçını. Elimde kalan küpe çiçeği için de “Onu da ayağımızın altına alalım.” dedi. Ankara’dan yola çıkıyorduk, eve, İstanbul’a dönüyorduk. Dört yıllık öğrencilik macerası bitmişti, yeni mezundum.
Yükleme işi bitti, kapandı bagaj kapağı. Eşyaları taşımamıza yardım eden ev arkadaşım geçirmek için bekliyordu bizi, tam arkamda duruyordu. Günlerdir provasını yaptığımız ayrılık anında, birbirimize baktık gülerek. O benden iki gün sonra ayrılacaktı evden. Temmuz ayıydı, sıcaktı, çiçekli elbisesini hatırlıyorum. İstanbul’da nasıl olsa görüşecektik, belki İstanbul’da da aynı eve çıkardık, üzülecek bir şey yoktu. Sarıldık bir güzel, uzatmadık. Hadi iyi yolculuklar, varınca haber et, sana da iyi yolculuklar… Beraber geçirdiğimiz son günlerde hep şunu konuşuyorduk: Hayatımız bir daha da bu kadar güzel olmayacak hiç, bu kadar eğlenmeyeceğiz bir daha belki. Korkuyorduk ikimiz de, önümüze değil, arkaya bakıyorduk hep.
Çıktık yola, babam ve ben.
Ankara’nın geniş yollarında gidiyoruz, küpe çiçeğini kucağımda tutuyorum. Milli Kütüphane’yi geçtik, sonra Hazine binasını gördüm, Eskişehir yolundan gidiyorduk, okulun sapağına geldik, tabelaya baktım, hava kararıyordu hızla, arabanın ışıkları aydınlattı okulumun ismini. “Vay canına.” dedim, bitti. Bu sapaktan dönmeyeceğim artık.
Yalnız? Neden Eskişehir yolundan gidiyoruz acaba?
Neyse babam biliyordur yolu.
Konuşmuyorduk.
Gördüğüm, veda ettiğim, giderek sayıları azalan binalar, bozkırlar elveda…
Gözlerim doluyordu, nefes ala vere tutmaya çalışıyordum kendimi. Ama babam neden konuşmuyordu? Yola çıktığımızdan beri ilk defa başımı çevirip babama baktım. Ağlıyor! Gözyaşları içinde.
-Haydee, sen neden ağlıyorsun?
Gülmeye başladık.
“Ya…” dedi, “Kolay mı, asker arkadaşından ayrılır gibi, bunca yıl beraberdiniz.”
Ev arkadaşımla, yaklaşık yarım saat önce apartmanın önünde sarılışımızdan beri önce için için ve şimdi de enikonu ağlıyordu babam. Şahit olduğu ayrılığa kendi hayatında en yakınsadığı yer, askerlikti. Onun evden ayrılışı iki sene sürmüştü, benimki dört.
Önce biraz garip, sonra da makul geldi dediği. O da, kışladaki arkadaşlarıyla beraber uyumuş, yemek yemişti, çalışmıştı onlarla, eğlenmişti herhalde. Bizim kadar eğlenmiş olamaz bence ama evet benziyordu durum. Ben ev arkadaşımı iyi tanıyordum yalnız, çok iyi biliyordum huyunu suyunu. Askerlikteki arkadaşlarını babam da böyle mi tanımıştı?
Ev arkadaşım da benim gibi 24 yaşındaydı. Sabahları Antıkabir’in etrafında koşuyordu, sıcak yatağından çıkıp nasıl kilometrelerce koşuyordu sıfırın altı Ankara soğuğunda, hiç anlamıyordum. Sabahları kahve içiyor, mozaik pastaya bayılıyordu. Elektrik faturasını ödemeyi unutuyordu hep, ihmalkârlığı sonucu kesilen cezaları üzerine alıyordu. Oğlanların kalbini kırıyordu. Kimseden ayrılamıyordu, ayrılık konuşmalarını bana yaptırıyordu! Kedilere düşkündü, neşeliydi, çalışkandı, mimar olacaktı, mezuniyet projesi bir kuyumcuydu, çok da güzel yapmıştı, yani bence. Birkaç dil biliyordu, kimseye tepeden bakmıyordu, herkesi sevmeye meyli vardı, ama annesi hariç. Annesiyle giriştiği kıyasıya kavgalarda bazen beni hakem yapmaya çalışıyordu. Annesini de terk etmek istedi bir kavgadan sonra; “ayrılık konuşmalarında çok iyi olduğum için” bunu da benden istedi. Akıllılık ettim, yanaşmadım, karışmadım. Yüzü geliyordu aklıma, pırıl pırıl, komik, muzip yüzü bunları düşünürken.
Eskişehir yolundan dümdüz gidiyorduk babamla, bozkırlar uzandı durdu karanlıkta iki yanımızda. Polatlı tabelasını gördüm:
-Baba yanlış gidiyoruz galiba.
“Farkındayım.” dedi. Sapak yoktu görünürde, yakında. Sonra “Mazotumuz da az.” dedi.
Sustuk.
Benzin demedi, mazot dedi. Bu ikisi arasında bir fark vardı, dikkatimi çekti, sordum:
-Benzin ve mazot arasında ne fark var baba?
-İki bin lira dedi.
Kahkaha attım. Döndüm babama baktım. Benzinden, mazottan, yanlış yolda gidiyor oluşumuzdan, her şeyden daha fazla ilgimi çekti babam o an. Farktan kastımın ne olduğunu pekâlâ biliyordu, hazırcevaplık yapıyordu, bunu yapardı ara ara. Kelimelerle oynardı, beklenmedik karşılıklar verirdi, komikti o da, bazen.
-Mazot mu daha ucuz?
-Tabii, dedi.
Sustuk.
Düşünüyordum yola bakarken, tanımıyordum babamı ben uzun boylu, ev arkadaşımı ondan daha iyi tanıyordum. Aslında, hayatımdaki her kadını ondan kat kat iyi tanıyordum. Zaten ablamlar ve annem vardı sadece ortada, teyzem, teyzemler, onların kızları vardı. Babam yoktu, babam hep çalışıyordu.
Mesela şunu bilmiyordum: Biz halledecektik annemle bu taşınma işini. Küçük bir kamyon tutup eşyaları getirtecektik İstanbul’a, yapmıştık planı. Ben yine trenle dönecektim, kamyonu Harem’den karşılayacak, başka bir araç ayarlayıp eve getirecektik eşyaları. Babam neden “Gerek yok.” dedi, neden beni kendisi almak istedi o gün, bilmiyordum. İşlerini nasıl ayarladı mesela?
Başımı çevirip babama baktım, bir kere daha.
Ben seni tanıyor muyum, biz birbirimizi tanıyor muyuz?
Çayı çok şekerli içiyorsun onu biliyorum, sevdiğin birkaç yemeği de biliyorum, az uyuyorsun, çok çalışıyorsun. Kolayca ağlıyorsun, bazen çok içlisin, bazen buz gibi oluyorsun. Çok iyi şoförsün bir de, onu biliyorum. Frene basmadan, vites değiştirerek araba kullanmakla övünüyorsun. Bir defasında bizi bir zincirleme trafik kazasının ortasından çıkardın, biz hariç herkes birbirine çarptı. Karşı yönden gelen arabalardan da kurtulmuş yolun kenarına çekmiştik arabayı. Sen kimin, ne yardıma ihtiyacı var anlamaya çalışıyordun. Sana bakıyordum, arabalara, insanlara koşuyordun. Sanırım hepimiz biraz şoktaydık, ama şunu hatırlıyorum, garip, yabancı bir duygu. İçim biraz da gurur doluydu, tam da tanımasam da babam olduğun için o an epey mutluydum. Bu kalmış aklımda.
Hatırlamama hayret ediyorum mesela, çok küçüktüm. Beni kucağına alıp tek başıma asla gidemeyeceğim uzak bir yere götürmüştün denizde. Sahilden uzaklaştıkça, annem küçüldükçe korkuyor, anneme geri dönmek istiyordum. Gülüyordun, sen güldükçe rahatlıyordum, karmakarışıktı kafam, iki kolumla boynuna sarılıyordum durup durup. Su benim de boynuma geliyordu, arada yutuyordum da, ama eğleniyorduk. Herhalde iyi olan ilk anımız buydu.
Sonra ortadan kayboldun bir anda, annem işte olduğunu söyledi, düşünüyordum nasıl iş bu? Yıllar sonra bir pikniktesin, orada hatırlıyorum seni, sanki arası yok, arada iştesin hep. Elinde, yanından zaten hiç ayırmadığın fotoğraf makinen var. O gün kolumdan boynuma bir buğday böceği yürüyordu benim, sen fotoğraf çekiyordun, bize poz verdiriyordun. Böcekten korkmadığımı göstermek istedim sana, görmedin beni. Sonunda söyledim, “Bak hiç korkmuyorum!” “Küçücük böcekten korkulur mu?” dedin! Korkuyordum, ama cesurmuş gibi yapıyordum. Beşiktaşlı olmam için verdiğin rüşveti de para için değil, seninle aynı tarafta olmak için kabul etmiştim bu arada.
Gidiyorduk Polatlı yolunda, artık hepten geceydi. Yolda sapak yoktu, çıkamıyorduk otoyoldan. Konuşmaya başladık, havadan sudan, biriken soruların bazılarını sorup bazılarını sonraya saklayarak: Askerliğini Aşkale’de yapmıştın onu biliyorum, ya peki acemiliğin neredeydi? Arabayı kullanmayı nerede öğrendin, kim öğretmişti? Ya yüzmeyi? O deniz tatilinden neden apar topar döndük biz, annemle neden hiç konuşmadınız yolda? Ben Ankara’da bir üniversiteyi kazandığımda benden ayrılacağın için üzüldün mü? Neden birden kayboldun ortadan? Bu kucağımdaki küpe çiçeğini annem ekti bana, biliyor musun? O bagaja sığmayan ayaklı lambayı da annemle aldık Ulus’taki eskicilerden. Annemin getirmem için tembihlediği yorganı da babaannem dikmişti bana. Senin annen, yıllardır görmediğin küs olduğun annen. İnsan annesiyle neden küser, delirdin mi? Ev arkadaşım bana babasını anlatırdı arada, araları müthiş, hiçbir şey hissetmiyordum anlattıkça o babasını, acayip değil mi biraz?
Neden beni almak istedin Ankara’dan, ne geçti aklından? Mezun olduğum için gurur duyuyor musun, çok korku dolu olduğumu biliyor musun şu an, önümdeki hayatı düşündükçe ürperdiğimi? Bizim için umut var mı, birbirimizi tanımanın bir yolu? Neden bu kadar uzun zaman alıyor bazı kızlar ve babaları için tanışmak?
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Polatlı Yolu&rdquo için 1 yorum