1950'ler

Çocuk Oyunları, 1940’lar

Sıcak bir yaz günü anneannemle yazlıkta oturuyor, öğle yemeği olarak karpuz ve peynir yiyoruz. Karpuz, tarla karpuzu; pembe mi pembe. Karpuzumu yerken bir yandan da kitap okuyorum. O anda anneannem “Çocukken hiç unutmam…” diye başlıyor ve merakla kitabı koltuğa bırakıyorum. Seksen üç yaşında anneannem, karpuz, peynir, ekmek yerken başlıyor anlatmaya:

“İzmir’in Basmane ile Ballıkuyu semtleri arasında bir mahalleydi mahallemiz. Adı Temâşalık’tı. Muhit, Kubilay diye de anılırdı o zaman. İzmir’in kenar mahalleleri tabii, öyle zengin yatağı değil. Bazıları Temaşalık (a’yı uzatmadan) derlerdi, kızardık çirkin, adi oluyor diye. Temâşalık yani karşılıklı sohbet, görüşme olan yer demek.* Yaz akşamları çok güzel geçerdi. Öyle güzel geçerdi ki bütün kadınlar, çocuklar akşam oldu mu evlerinin önünü temizler yıkar, gece birlere kadar kapıların önünde oturulurdu. O zamanlar kaç-göç yoktu. Kimse birbiri hakkında kötü söz söylemezdi. Mahallede o kadar çok çocuk vardı ki, herkes kendi yaşıtlarıyla oynayabilirdi.”

“Kaç yaşlarındaydın?” diye sordum.

“İlkokula gidiyordum. Yedi veya sekiz” diyor. Yani yıl 1945-1946.

Devam ediyor:

“Her akşam mahalleye karpuzcu gelirdi. O zaman karpuzlar kilo hesabı ile değil, tane hesabı ile satılırdı. En küçükleri (elini bir greyfurt büyüklüğünde yaparak) beş kuruşa satılırdı. Biz çocuklar birer tane beş kuruşluk olanlardan alırdık. Ortasına bir yuvarlak açardık. İçini kaşıklayarak yer, bitirdikten sonra güzelce sıyırır, kenarlarına zevkimize göre üçgen veyahut kare pencereler açardık. O zamanlar herkesin evinde kül olurdu. Çünkü evlerde soba olmadığından mangalda kömür yakılırdı. O karpuzun içine evden getirdiğimiz külü doldurur, gaz yağı döker ve fener yapardık. Bazıları mum koyardı. O zaman oyuncak olmadığı için kendimiz yapardık böyle şeyleri. Ne güzel olurdu fenerler… Yaz geceleri en büyük eğlencemizdi. Şimdiki zamanın cadılar bayramı gibi…” dedi ve gülümsedi.

“Başka neler oynardınız?” diye sormaktan kendimi alıkoyamadım. Biraz bekledi sonra:

“Çok oyun oynardık. Çok kalabalıktık. Her evde beş veya altı çocuk olurdu. Oynadığımız yer  kocaman ağaçlıklı bir arsaydı. O zamanlar oyuncak bebek olmadığından bebeklerimizi ekseriyetle kendimiz yapardık. Oğlan çocuklarının elinde çatal-değnek olurdu sapan yapmak için. Oğlanlardan bizim için sapan yapmasını rica ederdik. O sapanların iki ucu bebeklerin bacakları olurdu, üstüne de ipi dolayarak kafa yapardık. Elbiseler dikerdik. Oyuncak yok mecburduk böyle şeyler yapmaya.

Evcilik çok oynardık. Etraftaki tuğlalardan, taşlardan herkes evinin sınırını çizerdi. Evcilikte oğlan çocuklarını hep hizmetçi yapardık (kahkaha atıyor). ‘Koş! Bakkaldan şunu al, manavdan bunu al!’ derdik. Canları çıkar sesleri çıkmazdı.”

“Sonra hiç unutmam.” diye heyecanlı bir giriş daha yaptı:

“Oyuncak bebek yeni çıkmıştı. Annem bana çarşıdan almıştı. O zaman bebekler sıkıştırılmış kâğıttan yapılır, yüzüne şekil verilir, pembemsi bir renkte boyanırdı. İnsan teni gibi… Elbisesi çok güzeldi. İlerleyen günlerde bir gün köye düğüne gittik. Giderken bebeğimi de yanımda götürdüm. Çocukluk işte! Düğün esnasında bebeği masanın üzerine bırakıp oynayanları seyre dalmışım. Eve dönmek için kalktığımızda bebeğimin yanağından kocaman bir ısırık alındığını fark ettim. Kâğıt olduğu için dişler geçmiş herhalde. Yanağını olduğu gibi çökertmişler. Muhakkak bir çocuk olmalı diye düşündüm, ne sandıysa bebeğimin yanağını? Çok ama çok ağladım. Annem ‘Sahip çıksaydın!’ dedi. O anı hiç unutmuyorum. Şimdi düşünüyorum da, köydeki çocuk ne bilsin onun ne olduğunu? Belki de hiç görmemiştir.”

Karşılıklı gülüştük. “Bebeğini yedirmişsin anneanne!” dedim. Sonra devam etti:

“Hiç oyuncak olmadığı için kendimiz oyunlar uydururduk. Mesela çocukken yemeği sevdiğimiz yumuşak bir şeker vardı. O şekerin kâğıtlarında hayvan resimleri ve numaralar olurdu. Kız-erkek hepimiz onları oyun kâğıtları gibi kullanırdık. Oyun oynadığımız arsada büyük bir çember yapar otururduk. Koyunun dizinde iki türlü kemik bulunur; bunlara, ‘kata’ ve ‘almış’ derlerdi. Herkesin elinde o kâğıtlardan ve kemiklerden olurdu. Herkes kâğıdından bir tane orta yere koyar ve kemiklerden atardı. Yerdeki kâğıtları almak için almış kemiğinin denk gelmesi gerekirdi. Kemiğin altı düz gelirse kazanamıyorduk. Bu oyunu yedi yaşından on dört yaşına kadar herkes oynardı.”

Oyunun bir adı olup olmadığını sordum. Bilmediğini söyledi. Merakla “Yaz akşamlarında mahallede neler yenir içilirdi?” dedim. Devam etti:

“Çoğunlukla çay, kahve içilirdi. Çiğdem alınırdı. Fakat biz en çok dondurma arabasını beklerdik. Gündüz ve gece dondurma arabası geçerdi. Bir adam vardı, rahmetli İbrahim Amca. Bizim çocukluğumuzda bile yaşlıydı. Onun dondurması çok güzel olurdu. Beş kuruş…  Hep onu beklerdik. Hakiki sütten, elde çevirerek yapardı. Nerde bizim zamanımızın dondurmaları… Tek renk dondurma olurdu ama sonradan sonradan limonlusunu yaptı… Mahallenin hanımları da dondurmacıyı beklerdi. Bazen mahalleyi dolaşa dolaşa geldiğinden geç gelirdi. Anneler, neneler herkes alırdı.

“Mahallede sevdiğin arkadaşlarını hatırlıyor musun?” diye sordum. Biraz düşündü sonra:

“Türkân vardı karşı komşumuzun kızı. Benden iki, üç yaş büyüktü, Allah rahmet eylesin, erkek gibi bir kızdı. Adı Türkân’dı fakat mahallede “Erkek Ayşe” derledi. Çünkü erkeklerle kavga eder, onları döverdi (gülümsüyor). Nereye giderse beni de yanında götürürdü. Annem de ona güvenir, müsaade ederdi.”

Sonra bir iç çekti:

“Ah ah ne güzel yaz akşamlarıydı! Saklambaç, körebe oynar öteki mahallelere kadar saklanırdık. Kimse yan gözle bakmazdı, neydi o günler… Şimdi olsa bir tanemiz sağlam kalamazdık. Daha sonra kızlar bir bir evlendiler, taşındılar. Mahallenin de tadı tuzu kalmadı.”

-Dondurma yiyelim mi anneanne? (Eve her yaz külah alır anneannemle yeriz).

-Olur.

-Anneanne biliyor musun? Bu anlattıklarını birkaç haftaya yazılı halde, bir blogda yayımlanmış görebilirsin.

-Biliyorum! Bilerek anlattım, annen bahsetti.

 


*Temaşa sözlük anlamı, bakmak seyretmek.

Görsel:Ağaç altı uykusu, Şenlik Arşivi

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Çocuk Oyunları, 1940’lar&rdquo için 3 yorum

  1. Erkekleri hizmetçi yapmak harikaymış :))

  2. Pingback: Tırnak Annesi - Şenlik

  3. müjdat telli

    Rastgele denk geldiğimbir yazı. Biz de ihtiyarlayınca böyle mi olacağız. Çok güzelmiş. Ananne Allah uzun ömürler versin. Babamla yaşıtmış. Ben çocukken normal telefonlar vardı buluşmaya geç kalırsan arkadaşını kesin ağaç ederdin.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: