Boğaziçi Üniversitesi’ni ilk görüşüm, orada okumaya hak kazandığım zaman değil, lise birinci veya ikinci sınıfta, öğrencisi olduğum dershanenin düzenlediği “motivasyon gezisi” sayesinde oldu. Annem yıllar önce bir arkadaşının Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan kızıyla göbek bağımı yollamış okula. Göbek bağım benden önce gelmiş, bahçede bir yerlere gömülmüştü. O sene bir otobüs lise öğrencisi bir Anadolu şehrinden kalktık, heyecanla İstanbul’a geldik.
İsmi, benim için “çok zeki, yetenekli, çalışkan insanların gittiği yer” anlamına gelen Boğaziçi’ni kazanmak istiyordum, hatta bunun için ölüyordum. İyi ki o gezide yanımda yakın arkadaşlarım vardı, yoksa manzarayı, kampüsü gördüğümde duyduğum heyecan, mutluluk, hedeflediğim yerin gerçekten de o kadar güzel olduğunu doğrulama sevinci içimde patlardı herhalde. Coşku doluydum.
Bütün bunlara rağmen beni –hatta yanımdaki yakın iki kız arkadaşımı da- çarpan başka bir olay oldu. Güney meydandaki tarihi binaların önünde çok güzel genç bir kadın ve yakışıklı bir erkek birbirlerine yakın bir şekilde oturuyorlardı. Üniversitenin öğrencileri oldukları belliydi, “çünkü çok cool’lardı.” Birdenbire öpüşmeye başladılar! O güne kadar kamusal yerde öpüşen bir çift görmemiş, henüz hiç sevgilisi olmamış yeniyetme kızlardık ve çarpıldık! Burası nasıl bir okuldu ki sevgilinle dünyanın en doğal şeyiymiş gibi herkesin görebileceği bir yerde öpüşebiliyordun?
O an “Sanki Avrupa’da bir okul. Mutlaka bu okulda okumalıyım” hissi iyice pekişti. Neyse ki göbek bağım beni kendine çekti.
Ana görüntü: Boğaziçi Üniversitesi iki gün önce, fotoğraf: A. Özakın.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
kadar hoşuma gitti ki oğullarımın göbek bağlarını gardrobun arkasına atmak yerine Boğaziçi’nin bahçesine gömseydim diye geçirdim içimden:) kaleminize sağlık 🙏
sağol direen :))