Biz ilkokula giderken bitlenmek yaygın bir şeydi. Okulda öğretmenler, evde anneler sık sık kontrol ederlerdi saçlarımızı. Bizim öğretmen, hep de biz bir şeyler yazarken sıraların arasında dolaşır, kalemiyle saçlarımızı karıştırırdı.
Kwell diye bir bit şampuanı vardı. Annem saçlarımızı onunla yıkarken biz de yüzümüzü havluyla kapatır, ağzımızı gözümüzü sıkı sıkı yumardık çünkü demişlerdi ki “Kwell gözüne kaçarsa kör eder, kulağına kaçarsa sağır eder, ağzına kaçarsa dilsiz eder, burnuna kaçarsa…” Sonrasında saçlar incecik bir tarakla uzun uzun taranırdı ki işin en zor kısmı oydu. Başımızı öne eğer, öylece eğri büğrü, saatlerce beklerdik. Yorulup biraz kalkmak istesek annemin eli ensede, komutu kısa ve netti: “Doğru dur!”
Anneannemin yöntemi ise daha klasikti: Gazyağı! Evet gazyağını başımıza döker, biraz bekletirdi. İki tarafı incecik dişli, çok değişik bir tarağı vardı. Bir yerlerden bulup çıkarır onu, başlardı taramaya. Ama öyle güzel, öyle yavaş tarardı ki hiç acıtmazdı. Hem bitler de hemen pıt pıt diye dökülürdü.
Bu operasyonun püf noktası babam evde yokken yapılmasıydı çünkü sanırım o gazyağının zararlı olduğunu, kullanmamalarını söylüyordu annemlere. Ama onu dinleyen kim? Çatır çatır yaparlardı bildiklerini. Halam da bu sırada bize moral destek verir, sinirler gerilirse radyoyu açar, müzik yapardı.
Bir de tabii en iyi önlem saçları baştan kısa tutmaktı. Bizim evin en bitlisi ya da en kolay ikna edileni olduğum için benim saçlarım hep kısaydı. Bu yüzden yakın zamana kadar “Ahmet” lakabıyla yaşadım.
Gene bir gün annemle saçlarımı kestirmeye gitmiştik. Tam olarak o güne mi ait emin değilim ama gözümün önünde şöyle bir görüntü var: İçeri girince, açılan kapının rüzgârıyla hafifçe dalgalanan sigara dumanıyla kaplı küçücük bir dükkân. Bulutun arasında yavaş yavaş beliren kadınlar, cam kenarındaki sandalyelerde sırasını bekleyenler, başı ısıtıcının altında oturanlar, fön makinesinin uğultusuna karışmış konuşmalar, gülüşmeler…
Biz de annemle kenardaki sandalyelerde yerimizi alıp beklemeye başladık. Epeyce bekleyip sıkıldıktan sonra aynanın önündeki dönen büyük koltuğa davet edildim. Hevesle koltuğa oturdum ama aynada kendimi göremedim. Kuaför de kadındı, beni kaldırıp koltuğun kollarının üstüne geniş bir tahta koydu ve oraya oturttu. Saçımı ıslatıp taramaya başladı. Daha yeni başlamıştı ki bir an durdu, tarağın ucuyla saçlarımı kurcalamaya başladı, dikkatlice baktı, baktı ve sonra başını kaldırıp anneme seslendi:
“Aaaa abla bunun kafasında sirke vaar!”
“Ne, sirke mi?” O anda bütün sesler sustu, kafamda sadece “Sirke, sirke, sirke, abla, abla, sirke…” Herkes bana bakıyor. Ne de pis kızmış, bitli. Kalkıp kaçsam mı acaba? Şu tahta kırılsa koltuğun içinde kaybolsam… Yaşlar süzülmeye başlıyor gözümden. Oysa kuaför daha anneme duyuramamış sesini. Aynı tondan ikinci anons geliyor:
“Aaaa abla, çocuk ağlıyooo!”
Aaaa gerçekten mi? Neden acaba?
Annem nihayet yanıma gelip durumu hafifletmeye çalışıyor gülerek;
“E ne var kızım, ne olmuş? Geçer, sus, ağlama.”
Ben daha da çok ağlıyorum, gözlerimi sile sile, sessiz sessiz ağlıyorum. Bu arada makas çalışmaya başlıyor, şakır şukur gidiyor saçlar. Artık herkes bitlerden söz ediyor.
-Çok salgın var okullarda, ben de oğlanın kafasını sıfıra vurdurttum.
-Aaa canım ağlama, sirke temize gelir temize!
İşim bitip koltuktan iniyorum, saçlarım kısacık. Kuaför pudralı fırçayla son kez ensemi temizleyip önlüğü çekiyor. Bu kez bütün kadınlar, “Aaaaaaayy ne kadar güzel oldu, çok yakıştı…” diye teselli ederek uğurluyorlar beni ama ben inanmıyorum tabii, beni kandırdıklarını biliyorum. Eve gidene kadar bir fasıl da kısacık olan saçlarıma ağlıyorum.
Ana görüntü\ 19. yüzyıldan bir bit tarağı, kaynak.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Bitlendik Durduk&rdquo için 1 yorum