1990'lar

Babaannemin Salatası

Hava kırk derece. Asfaltın ilerisinde, aslında bir serap olan suya bakarken sarsılan arabada midemin bulantısıyla kavga veriyorum. Küçük şehirlerin pazar günü sessizliğini arabanın içindeki muhabbet bölüyor. Kalça kemiklerim zayıflıktan arabanın her zıplayışında oturduğum kucağa batıyor. Aydın’da, 1997’nin Ağustos ayında, hava öylesine sıcak ki pikniğe gitme cesaretimiz başka bir seçeneğimiz olmayışından ziyade büyük aile piknik kültürümüzün çok eskilere dayanmasından olsa gerek.

Aynı günün sabahı evde yoğun bir hazırlık. Amcamlarla altlı üstlü oturduğumuz apartmanın önünde babam arabayı yerleştirirken telaşlı telaşlı merdivenlerden iniliyor. Demir sokak kapısına gelen son basamakları inmeyi sevmiyorum; çünkü köşedeki beton banttan atlamanın keyfi ağır basıyor.

– Tabaklar tamam mı yenge?
– Tamam.
– Limon aldınız mı Ümmühan?
– Aldıık.
– Etler tamam mı amca?
– Tamam oğlum.

Etlerle erkekler ilgileniyor, kalanıyla ailenin kadınları. Bize kalansa dokuz yaşın gereği topumuza ve ipimize sahip çıkmak.

Çine Topçam baraj kenarına vardığımızda, gözlerimi kamaştıran güneş ile uzun otlar aynı renkte. Sıcak hava dalgası açık camdan yüzümüze vuruyor. Ağustos böceklerinin sesleri arabamızın yanaşmasıyla bir an için kesilip durduğumuz anda tekrar başlıyor. İç Anadolu’nun bozkırları gibi kuru otlarla kaplı alanda arabaları park ediyoruz.

Apartmanın önünden yanımıza aldığımız telaş, bu sefer yerleşirken ortama hâkim. Bacaklarıma otlar değiyor, ayaklarımı kaşındırıyor. Yengem, babaannem ve annem hızlıca yerleştiriyorlar her şeyi. Örtüler seriliyor. Minderler koyuluyor. Arabadan tüp indiriliyor. Mangal indiriliyor. Bir gece önceden dondurulan buzlar gölgeye konuyor.

Eski piknik anılarıma dair o en belirgin sahne hâlâ her kampa gittiğimde zihnimde canlanır: Babaannem salata yapıyor! Soğanları doğruyor, gözleri yaşarıyor. Sırasıyla salatalıklar, biberler, mis kokulu domatesler doğranıyor. “Çünkü domatesi önce doğrarsak salata sulanır!” diye hiç unutulmayacak ipuçları, annesinden babaanneme, babaannemden bana aktarılıyor. Kocaman karpuz doğranıyor. Her yer karpuz kokuyor. Karıncalarda bir heyecan başlıyor. Marulların kökleri çocuklara ayrılıyor. Babannem doğruyor, doğruyor bitmiyor. Mangalı yakan her kimse hanımlardan maşa istiyor, kömür istiyor, kibrit istiyor. “Etler pişti!” Tabaklar isteniyor… Çocuklar oynuyor, salata bitmiyor. Çaylar demleniyor, börekler yeniyor, amcam benimle top oynuyor, sırtına bindiriyor.

O günün sıcağında tüm bu ritüel henüz başlamışken bir çığlık: “Bu sıcakta evimde ne ararsınız?”

Bir akrep babaannem salata yapsın istemiyor. Onu sokarak hepimizi cezalandırıyor. Apar topar arabaya gidiyoruz. “Hastanede panzehir var.” diyorlar. Benimkisi merak, ben de atlıyorum önden giden arabaya. Çok sıcak, midem yine bulanıyor. Ama o anda beni esas saran, babaannemdeki zehrin ona dokunursam bana da bulaşacağı korkusu. Bu yüzden cama doğru iyice yanaşıyorum. Babaannem canının acımasından çok pikniğin yarım kalmasına ahlanıp vahlanıyor.

Akrebin zehri tabii ki bulaşmıyor. Geriye ise aklımda, piknik yapılırken hiç top oynadığını, ip atladığını, salıncakta sallandığını görmediğim ve hep salata yapan babaannem kalıyor. 1998 senesinde Kuşadası’ndan yazlık alıyoruz ve bir daha pikniğe gitmiyoruz. Yazları okul tatil olunca babaannemle yaşıyoruz ve o her cuma tüm aile bir araya gelecek diye kocaman salatalar yapıyor.

 


Ana görüntü : Filipp Malyavin (1869-1940)
“Salıncakta köylü kadın” tablosundan ayrıntı.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Babaannemin Salatası&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d