1970'ler

İlhan Hanım

Yetmişli yıllar, Anadolu’nun sürgün şehirlerinden birindeyiz. Denizle buluşan ilçeleri olmasına karşın, dağlık, sert bir iklimi var. Sol tarafta şehrin kalesini sağ tarafta saat kulesini gören bir sokakta, köşe başında iki katlı bir evin üst katında kiracıyız. Akşam saat altıdan sonra sokaklar bomboş, ürkütücü, renksiz. Sokaktan biraz uzaklaşıldığında evliyalar, şeyhler, efendilerin mezarlarının bulunduğu kaleye çıkan mahalleler ürkütücü söylentilerle üzerimize çöküyor. Evimizin arka tarafı dağlara bakıyor, kış günlerinde karla kaplanan bu görüntü, hep aynı, hep aynı…

Sokağımızdan geçiyor İlhan Hanım zaman zaman. Sütlü kahve renginde diz boyu bir pardösü ve eşarbıyla konuşkan, devamlı gülümseyen yüzü ile cıvıl cıvıl bir kadın, yaşı 50 bile yok sanki. Bir de kocası var İlhan Hanım’ın. Siyah deri ceketli, karanlık görünümlü bir adam. Bir kurumda şoförlük yaptığını sanıyorum. Ne İlhan Hanım’la ne kocasıyla tanışıklığımız var, arka sokağımızda oturuyorlar. Bazen ikisi birlikte geçiyorlar kapımızın önünden, İlhan Hanım neşeyle kocasına bir şeyler anlatırken adamdan tek bir söz çıkmıyor.

İki kızı, bir oğlu var İlhan Hanım’la deri ceketli kocasının. Büyük kızı evli, belediyede çalışıyor, küçük kızı anımsamıyorum, oğlu da ya ilkokula gidiyor ya da okul çağında bile değil.

Ortaokul son veya lisenin ilk yılındayım. Şehre televizyon geliyor.

Bir kişinin evine televizyon gelmişse akşamları bütün komşular o evde toplanıp televizyon izliyor. O zamanlar yayın siyah beyaz. Renklendirmek adına ekranın önüne yeşil ya da mavi mika camlar konuyor. Bu camların kimi iki ayakla televizyonun önüne yerleştiriliyor, kimi ekran ölçüsünde doğrudan ekranın önüne yerleştiriliyor. Görüntü siyah beyazdan, yeşil-açık yeşil veya mavi-açık mavi tonlara dönüyor.

Bir gün şunu duyuyoruz: “Kocası İlhan Hanım’ı vurmuş.”

Hayatımda ilk kez, az da olsa tanıdığım bir kadının öldürülmüş olduğunu duyuyorum.

“Sebep?” diyorlar, “İlhan Hanım bileziklerini satmış, televizyon almış.”

Siyah deri ceketli, karanlık görünümlü adam cezaevine, İlhan Hanım mezara.

Bir iki yıl sonra biz de o şehirden ayrılıyoruz.

O zamanlar “kadın cinayeti” diye bir kavram yok henüz. Sudan sebeplerle öldürülen kadınlar rakamlarla ifade edilmiyor.

Hikâye benim açımdan bu anlatttıklarımdan ibaretken “Acaba sonra ne oldu?” diyerek neredeyse 45 yıl öncesine dönük küçük bir adım atıyorum. Artık oralarda tanıdık kimse kalmadı, kim bilecek ki derken… Bir kaynağa ulaşıyorum.

İlhan Hanım’ın evlenmeden önce bir ailede evlatlık olduğunu, her evlatlık (ya da hizmetliye) yapıldığı gibi ona da bir takma isim verildiğini, İlhan Hanım’ın İsmet olarak tanındığını, kocasının aslında şoför olmadığını, otobüslerde muavinlik yaptığını ve İlhan Hanım’ı evlatlık alan aileye ait müştemilat gibi bir yerde yaşadıklarını, İlhan Hanım öldürüldükten sonra evli olan kızlarının ortada kalan kardeşlere sahip çıktığını, 30 yıl ceza alan babayı zaman zaman ziyaret ettiğini de öğreniyorum.

Ve öğreniyorum ki: İlhan Hanım oğlunun isteği üzerine bileziklerini satıp televizyon almış! Baba, aslında çocuğu öldürmeyi hedeflemişken, İlhan Hanım çocuğun önüne atlayarak kendini feda ediyor.


Ana görüntü kaynak

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

İlhan Hanım&rdquo için 1 yorum

  1. Senem Esen

    Bu anıyı diğer anılardan farklı kılan bir şey var. O da yıllar önce yaşanmış bir olayın sonuçlarına dair sorular sorması. Umarım bu arayış yeni bir yol açar ve anıların bugünü kurma imkanı üzerine bize fırsatlar verir.
    Anının yazarı Liça ve editörü Kiraz Akın’a teşekkürler…

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: