2000+

Kurtuluş’ta Bir Apartmanın Hikâyesi

Mahallemi seviyorum. Kendimi neredeyse doğdum doğalı Kurtuluşlu gibi hissediyorum. Rum tersane işçilerinin kurduğu Dolapdere sırtlarındaki bu semt, Tatavla, şimdi daha çok Ermeni nüfusla biliniyor. Market zincirlerinin giremediği, şarküteri, yufkacı, manav, sakatatçı, mezeci, pastane gibi dükkânlarıyla homini gırtlak bir mahalle burası. Yılbaşı ve Paskalya öncesi mezecilerin, pastanemizin ve kuruyemişçilerin önünde yüzlerce insandan oluşan kuyruklarla, bu kuyruklarda edilen sohbetlerle, mayrig’lerle dayday’larla dolu bir mahalle.

Mahallemi ne kadar çok sevdiğimi en çok pandemide anladım. Bir de Gezi zamanı böyle olmuştu… Pandemide hafta sonları sokağa çıkmak yasakken ve biz balkonlarımızın kıymetini anlamışken, yıllardır burada yaşamama rağmen arka bahçe komşularımla ilk kez karşılaştık. Balkonda kedim Mıstık’ı gören komşu teyzelerin ilgisi, “aman düşer” uyarılarıyla başlayan bu komşuluk, yaza doğru havaların ısınmasıyla balkonda güneşlenmeye, güneşlenirken hastalıklardan, ‘aman Allah korusun’lara, çoluk çocuktan yalnızlığa kadar ilerledi. Hep birlikte online toplantılara katıldık, online ders verdik, online spor yaptık. Sabahtan o gün ne yemek yapılacağı aktarılıyor, bazen epey bağırarak bilmem kimin de hastalandığı ama iyi olduğu iletiliyor, bir an önce aşının çıkması için farklı peygamberlere ama aynı Tanrı’ya dualar ediliyordu.

Mahallemizin ihtiyarı boldur. O nedenle gerek apartmanlarda, gerek sokaklarda çocuklar, gençler çok sevilir. Büyüyüp yuvadan uçan evlatların, yurt dışına gitmiş torunların yerine konurlar. Belki de bu yüzden Gezi sonrası Taksim’den buraya kaçan gençlere yapılan zulümü kaldıramadı bizim mahalle. Polislerin önce gaz atıp sonra iki taraftan kıstırıp girmeye çalıştığı sokaklarıyla görecektiniz mahalleyi. Bütün apartmanların kapısı çoktan açılmış, içeri girenlere su, yemek verilmiş, gözler çoktan limon suyuyla yıkanmış olurdu. Dışarıda çatışmak isteyen de vardı elbet. Tazyikli sularla, gazlarla harap mı olmuşlar? Pencerelerden titrek ellerle çoraplar, çamaşırlar ve tabii ki limonlar atılıyor, “Hiç giyilmedi evladım, temiz.” diye de açıklama yapılıyordu. Esnafımız ayrı, mahalleli teyzelerimiz ayrı, öyle bir koruyup kolladık ki o gençleri, aylar boyu her köşe başında bekleyen akreplerle cezalandırıldık.

Evimi seviyorum. Aylar süren arayış sonrası, hem cebimize, hem ruhumuza, hem zevkimize uyan bu evi bulduğumuzda gidip heyecanla anne ve babama anlattım. Evin tam olarak nerede ve nasıl olduğunu tarif ettim. Babam dedi ki “Benim orada arkadaşım yaşıyor, Lebon Pastanesi’nin sahibi, sen kesin Şakir’in apartmanına taşınıyorsun.” Ben de dedim ki kendi kendime “Babam iyice yaşlandı, koskoca İstanbul’da tam da onun arkadaşının apartmanını bulduğumu sanıyor.” Sonra anladık ki babam daha yaşlanmamış, yanılan elbette benim, misler gibi, Palmie’nin kızı olarak Lebon’un sahibine komşu gittim. Hayat bazen hakikaten tesadüflerden ibaret.

Apartmanımız 1960’lı yıllarda yapılmış, tam tarihini bilmiyorum, Yahudi bir müteahhit kendi ailesi için yapmış. Her katında tek daire; önde salon, arkada üç yatak odası, balkon, ortada mutfak ve aydınlık, upuzun koridor… Yani klasik bir Kurtuluş apartmanı. Dairelere çift kapıyla giriliyor. Biri salona açılıyor, misafirler ve ev sahipleri için, çift kanatlı, cilalı ahşap; diğeri hizmetçiler ve eve öte beri taşıyan esnaf için mutfak tarafına açılan tek kanatlı, daha sade.

Apartmanımın bir hikâyesi var. İyi ki var. Yoksa ben yazıyorum o hikâyeyi. Günler süren taşınma ve yerleşme faslında, eve taşınan kitaplıklara, yardıma gelen arkadaşlarıma çemkirip duran, apartmanın girişinde sandalye tepesinde oturan amcanın hikâyesi bizim apartmanı özel yapan. Haydar Amca, Yahudi müteahittin eski apartmanındaki kapıcısıymış meğer ve 6-7 Eylül’de aileyi yağmaya karşı cansiperane korumuş. Müteahhit, Kurtuluş’ta yeni bir apartman inşa ederken en alt kattaki yarım daireyi de tapusuyla verivermiş Haydar Amca’ya. Haydar Amca ben taşındığımda uzun yıllardır orada oturuyordu. Bu apartmanda da kapıcılık yapmış bir süre ama epeydir emekliymiş. Tabii kapıda oturup gelene gidene karışmaktan hiçbir zaman emekli olmamış.

Bu hikâye, yaşananlara, arka planda olanlara rağmen bir nebze kalbimi ısıtıyor. Yaşadığım apartmanın hikâyesini, sürpriz bir biçimde babamın arkadaşıyla komşu olmayı, Diyarbakır ağzıyla konuşan Süryani yöneticimizi, apartmanın sahiplerinden geriye kalan Yahudi torunu, kapısındaki mezuzayı, kutlanan üç ayrı bayramı seviyorum.

Giriş kat komşum Seher Teyze’den de dinliyorum 6 Eylül gününü. Nişantaşı Kız Lisesi’nden çıkıp Valikonağı Caddesi’yle Rumeli Caddesi’nin kesiştiği yere geldiğinde üzerinde üniforması, elinde çantası kalakaldığını, sokaklarda garip bir telaşın olduğunu, herkesin koşarak evlerine girip perdelerini sıkı sıkı kapadığını gören bu kız çocuğunun saatlerce tramvay bekleyip evine gitmeye çalışmasını duyuyorum. Evine zar zor vardığında iki gün iki gece çatışma sesleri duyacaklarını, evden çıkmayacaklarını, Müslüman ve Türk olduklarına şükrederken komşuları için duydukları kaygı ve vicdan azabını yıllar sonra anlatırken bile titreyen sesinden anlıyorum.

Mahallemi seviyorum. Mahallede halen apartman önlerinde bayraklıklar olmasını garip bulmuştum en başta. Oysa hemen hemen her apartmanın bir hikâyesi var burada, her ailenin bir yerde susulup kalınan hikâyesi olduğu gibi. Bunları bilmeden Kurtuluş güzellemesi yapmak, hikâyeyi yarım bırakmak gibi. Oysa hikâyeler tamamlanmak içindir.


Dört mevsim Kurtuluş fotoğrafları yazara ait, kolaj Şenlik’ten.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

 

 

Kurtuluş’ta Bir Apartmanın Hikâyesi&rdquo için 1 yorum

  1. Yazar, kurtuluşta bir apartman hikayesi ile bir azınlık mahallesini apartman içinden aktarmış . Apartman penceresinden Gezi olaylarına orada 6 Eylül olaylarına kadar bir dizi politik olguyu sıcak ve gençlerden yana , azınlıkların korunmasındaki komşuluk ilişkilerine doğru ince bir üslup ile bağlamış, bir apartman öyküsünü içinde bulunduğu mahalle ile bütünleştirmiştir. Okuyanların önemli bölümü apartman dairesinin içini gözünde canlandıracak kadar ayrıntıyı veren bir tarz da bir semti de tanımak yazı bitince okuyana düşündürtmüştür.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: