2000+

Bir Koşu Kuaföre

Evden çıkarken sırtımda bez çanta. Sol elimde çöp torbası. Sağ elimde buzdolabı poşetine konmuş bir, iki buz. Evi terk edeli iki dakika olmuşken bir elim boşa çıktı. Diğer elimdeki buzu yol boyu dudağıma koydum. Bir yandan dudağıma baskı uyguladım, bir yandan da yoldan geçen yayaların, sürücülerin hakkımda neler düşündüğünü aklımdan geçirdim. Buza sebep çocuklukta bünyeme aldığım herpes virüsünün dudağımda çıkardığı uçuk. Uçuk tiksinç bir şey, kendi kuralları da var. Yorgun kalırsınız çıkar, başkasında çıkana gözünüz bir an olsa takılır; kendini yine hatırlatır (benim örneğimde genelde kuzenim). İş ortamında kötü karakter olmayıp yine de bir türlü sevilemeyen, ama parti, kutlama gibi her ortamda da burnunuzun dibinde biten bir iş arkadaşı gibi.

Kuralları olan uçuk varlığımın sürecini yakından takip ederim. Bir ara dudak çevremi terk edip bıyık bölgesi denen yerde bile çıkmaya başlamıştı, burna ya da yanağa iltica edeceği fikrine kapılmıştım. Bu son ziyaretçi için de eski tedavi metodumu kullandım ama bu kez işe yaramadı; sonraki sabah değil uçuğun yeri, dudağımın sağ tarafı ön, arka şişmişti. Acaba gece uyurken biri dudağıma dolgu vesaire enjekte etmiş olabilir mi? Uzmanlığımın dışında gelişen bir olay. Neyse o şiş insin diye işte, ilk sabah buz baskı yapıyorum.

Sabah 10:30’a kuaför randevum var, hava yakıcı sıcak ve benim intizamlı bir yürüyüşle, geç kalmadan kuaförde olmam lazım. Oluyorum da. Dükkâna giriş, selam sabah ediş. Kasada fönünün parasını ödeyen müşteriyi bekleyiş. Önceki sefer klima çalışıyordu, yaşam standardım yükselişteydi, Pavlov’un köpeği misali klimaya bakış, ama kapı açık, esinti yok. Tercihleri anlayış. Sıra tam bana gelirken elimde buz torbasını tuttuğumu hatırladım. Dükkânın bulunduğu avluda çöp vardır diye dışarı meylettim, dükkânın eşiğinde biri sekiz, biri beş yaşında iki çocuk, belki on, belki yirmi peluş kukla ile oturmuş oynuyor. Onları nasıl aştım da çöp bulup, poşeti attım bilmiyorum. Dükkâna girişte barikata devam. Barikatı aşamamakta bir güzellik var. Bu KOBİ’nin kapısı çocuk ve oyuncak kaynıyor. Enine çizgili tişörtlü, göbekli ve bol fantezili esnaf dayı kaynamıyor, bu KOBİ kadın KOBİ’si.

İşlemim yapılırken kuaför kadınla ortak noktamız çıkıyor. Kadının ev sahibinin başka bir evine biz de zamanında bakmışız ve yaşlı adamla sohbetimiz olmuş. Kuaförde komşum da çalışıyor hâlihazırda. İşlemim kısa, sohbet tasarruflu. Dönüş yolunda gelişten daha eziyetli güneşle ne yapacağımı düşünürken ödememi yapıyorum. Ortak noktaların hatırına kuaför kadın benden son seferle aynı ücreti “hadi sana” talep ediyor. Memleketin kasırga ekonomisinde işlem kaç paraya çıktı, sorasım gelmiyor. Vedalaşıp, dükkândan henüz ayrıldığımda komşum kadın avludaki masalarına bir koca kayık tabak patatesli omlet koymuş, iki çocuk yanında. Beni de kahvaltıya davet ediyor, ama tokum. Hiç kızartma kokmadı, bu kadın bunu nerede pişirdi derken ne iç içe, ne çok yabancı, bu kendiliğinden samimiyeti çok severek güneşle kavgama çarşıda devam etmeye gidiyorum.


KOBİ: Personel sayısı ve gelir seviyesi belli düzeydeki küçük ve orta ölçekli işletmeler için kullanılan kısaltma.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Bir Koşu Kuaföre&rdquo için 1 yorum

  1. Aygül Ergün

    Her daim beklediğim yazıları ile bizi kavuşturdu yine Esra. Kalemine sağlık. Hikayenin içindeydim resmen.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: