2000+

Yürüdüğüm Yollar

Ağlamayacağım deyince durmuyor ki o yaş. Ama iyi mücadele veriyorum kendi kendime, o son damlayı taşırmamak için. Tramvayda karşımda oturan kadın bu mücadelemin farkında. Bana fark ettirmemeye çalışarak usulca bakıyor. Her an tetikte. Yaş bir süzülse, geçtik bu yollardan manasında şefkatle, canım demeye. Dese ya, hüngür hüngür ağlasam…

Hiç hesapta yokken bir hışımla çıktığım Çapa’dan Eminönü’ne kadar geliyorum. Henüz gökyüzü lacivert. Martıların sesi, martılara rağmen ürkütüyor ve ben Eminönü’nde hep kayboluyorum. Pusulam, Galata. Galata Köprüsü’ne gelince uykusuz gecemin gözüme diken gibi batması da sabahın köründe evden çıkmamın soğukluğu da yerini ağzımdan çıkan bir “Ohh!”a bırakıyor. Bu nidanın kaynağı beni biraz önceki ıssızlıktan kurtaran, bu vakitte köprüde bulunan bir sürü insan. Aralarında çocuk bile var, balık tutuyorlar. Onlara ateş yakanlar, çay yapanlar… Bunları yaparken birbirleriyle hemhâl olup denize kapılıp gitmiş bir sürü insan. Birinin yanına ilişip bir sigara istemeyi düşünüyorum, sonra o günün bugün olmadığına karar veriyorum. Onların tam olmuşluğunda ben bir fazlayım.

Gökyüzünün laciverti maviye çalarken Karaköy vapuruna yöneliyorum. Vapurda olma haletiruhiyesi diye bir şey var. Olmasa derdimi unutup vapurun başı neresi, kıçı neresi, sağa mı oturayım, yoksa sola mı diye düşünmezdim. Vapur hareket edince her şehirde mutlaka deniz olmalı diyorum. Gerçi bakıp göremedikten sonra neye yarar?

Kadıköy’e geldiğimde kıyı boyunca yürümeye başlıyorum. Ben yürüdükçe hava aydınlanıyor. Hava aydınlandıkça deniz, bulut, ağaçlardan düşen yapraklar, taşlar, taşların arasındaki kediler, her gün insanını gezdiren köpekler, her gün gri binalarda açılıp kapanan perdeler, her gün o perdeleri izleyen kuşlar. Bir döngü var, devam edeceksen eğer, diyor. Ve ben devam edeceğim, ama nasıl? Ve ben devam edeceğim, ama ne şekilde? Omuzlarımı düşürüp bakıp göremeyenler gibi mi, yoksa her daim bir yol açıp duru bir akılla her şeye çomak sokup kendi neşesini başkalarına da bulaştıranlar gibi mi?

Burnuma kahve, pişmiş hamur kokuları geliyor. Etrafta adım başı kafe görmeye başlıyorum. Moda’ya çıkmışım. Bir afiş, tiyatro oyunu afişi dikkatimi çekiyor: “Eve Dönüşler”

Bu rastlantı kaçar gibi çıktığım eve dair bir şeyler söylüyor belki. Bilgi almak için tiyatroya yöneldiğimde etrafta bir sürü çocuk görüyorum. İrili ufaklı, renkli mantar gibiler. Birazdan başlayacak çocuk oyununu bekliyorlarmış: “Dans Eden Ev”

Birden çocuk oyununun oyuncuları çocuklara laf ata ata geliyor, onları karşılayıp salona almak için. Çocukların ve ekibin neşesine sürüklenip ben de bilet alıyorum. Salonu görünce bir yetişkin olarak yanımda çocuk olmadığı için çekinmeye başlamışken bir de yerimi bulmama yardımcı olmaya çalışan görevli gelince göz teması kurmadan en arkaya oturuyorum.

Işık kararıyor ve oyunun başlamasıyla gülmem bir oluyor, oyuna ayrı, çocukların verdiği tepkiye ayrı gülüyorum. Oyun bittiğinde hemen ayrılamıyorum salondan, bir süre çocuklara ve ekibe uzaktan bakıyorum. Belki de bu kadarcık bir şeydir diyorum; denizin, ağacın, bulutun, kedilerin ve nicelerinin içinde olduğu döngüye böyle böyle dahil olunuyordur…


Görüntü fotoğraf sanatçısı Duygu Turan’a ait.

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Yürüdüğüm Yollar&rdquo için 2 yorum

  1. Ne güzel bir dil… Ve ne temel bir soru: “Omuzlarımı düşürüp bakıp göremeyenler gibi mi, yoksa her daim bir yol açıp duru bir akılla her şeye çomak sokup kendi neşesini başkalarına da bulaştıranlar gibi mi?”

  2. Saatleri, ışıkları, dertleri, neşeyi nasıl da kıvamında anlatmışsınız. Ellerinize sağlık.

Bir Cevap Yazın

%d