2000+

Deli Bahar

Dört ders işledikten sonra öğle yemeğine evlere dağılırdık. Sonra iki ders daha yaptık mı, tamam. Ayağımın altında ne var? Teker. Herkes evine teker teker…

Birinci sınıf, okul ne demek, öğlen yemeği ne demek, kaçta eve gidilir, kaçta okula dönülür bunları öğrenmekle geçti.

Sabahları canım bir şey yemek istemediği için öğlen yemeği zilini gözüm kapıda beklerdim. Ekmek kızartması dürümü, o yoksa patates kızartması ve çaydan başka bir şey sokmuyordum ağzıma. Böyle elimin yağından zifir zifir olurdu bardağın kenarı. Sonra da o ağırlıkla mışıl mışıl uyurdum. Ben uykudan uyanıp ağzım gözüm diyesiye öğrenciler son derse girmiş olurdu. Yarım dönem böyle geçti gitti. İkinci, üçüncü sınıflardan bir de ortaokula giden dayımdan öğle yemeğine misafirliğe gitme ya da misafir getirme kültürünü öğrendim.

Kural birrrrrr: Hava güzelse bir de evde çamaşır yıkanıyorsa o gün öğle yemeğine misafir getirilmez.

Kural ikiiiiiiii: Annesinin haberi olmadan başka birinin evine de gidilmez. Ya o gün evde misafire çıkacak öğün tayın yoksa? Arkadaş ve arkadaşın ailesi mahcup edilmemeli, ayıp.

Bu kuralı bir tek anneannemlere öğle yemeğine giderken ihlal ederdim. Teyzem sınıf arkadaşım, dayım da okul arkadaşım. Aşırı yemek seçtiğim için karnım aç dönüyorum okula, ama umurumda değil. Kikir kikir, güle şakıya şenlikli sofradayım diye çok mutluyum. Sırf bunun için gidiyorum oraya.

Bizim eve öğle yemeğine misafir çağıracaksam evdekilerin önceden haberi oluyor. Annem köylük yere göre daha modern dokunuşlarla erişte değil burgu makarna pişiriyor mesela. Yahut saya çöreği sürüyor fırına. Bazen de meşhur alacalı kekinden yapıyor, yanına da kısır. Bir ara köydeki komşularımız, “Kısırı köye Meryem getirdi.” diye övgüler düzerlerdi. Hakikaten annem mi getirdi bilmiyorum, ama evden misafir eksik olmazdı, genç genç kadınlar güzün harman kaldırılıp ellerindeki kaba işler hafiflediği zaman soluğu bizim evde alırlardı. Gülerler, oynarlar, yoruldukları vakit el işlerinin başlarına geçerlerdi. Eve gelen herkesin eli işli; çıtır çıtır iki günde dört baş mekik oyası bitiren mi dersiniz, bir haftada koca yatak eteği işleyen mi dersiniz…

Anlat anlat bitiremediğim bu şenlikli sofraya oturmak bir tek Bahar’a nasip olmamıştır. Bahar büyük halamın gelini. Akrabamız. Köyde bir Allah’ın kulu adını doğru çağırmazdı. Deli’ye çıkarmışlardı adını. “Deli Bahar akşam oldu mu evin perdelerini çekmez.”, “Deli Bahar kahvaltı hazırlamaz.”, “Deli Bahar evde öğün, tayın yapmaz.”, “Deli Bahar, kızına bir sokum yemek hazırlamaz, bakkal öteberisi ile geçinir.”

Dedem de Musa Bakkal’dan poşet poşet kırıntı çekerdi benim için, ama adı köyde Deli Mustafa’ya çıkmadı hiç. Niye çıksın ki zaten? Bizim evdeki ocaktan kazan inmezdi. Bahar’ın deliliği en çok da ödünç usulü yufka ekmek yapılan günlerde tandır evlerinin en zengin dedikodu malzemesiydi. Tandırlıkta boy boy ekmek yükselirken konu komşu canları sıkıldıkça bir tur daha Bahar’ın deliliğine sokulurlardı. Bahar’ın ardından edilen kov, köyden şehir merkezine yol olurdu. Çocuk aklımla Bahar’a dair başka şeyleri de, mesela kocası sürekli başka şehirlere gittiği için bütün dışarı işlerinin de o ona kaldığını hatırlıyorum. Rahmetli büyük halamın sehmine düşen sonra da Bahar’ın kocasına kalan bir evlekten az büyük bahçe ve kıçı çakıldaklı bir ineğin bakımı, damın temizliği, her şey Bahar’ın omzunda. Yazları bazen annem gibi tarlalara gündeliğe de giderdi.

Ona Deli dedikleri yetmiyor, benden bir yaş küçük kızı Yasemin’i de yaşlısı genci “Kötü Kız” diye çağırırdı. Yıllar sonra aklıma geldikçe bir posta da bunun için öfkeleniyorum kendime. Ben de Yasemin’e Kötü Kız demişimdir kesin diye… “Yazık, küllüklerde büyüdü kızcağız.” diye konuşurlardı Deli Bahar’ın Kötü Kızı’ndan bahsederken. Sanki köydeki ben dâhil tüm çocuklar küllükleri eşeleye eşeleye büyümemiş gibi. Yasemin benden bir yıl sonra okula başladı. Benden bir yaş küçük kardeşimle emsal. Aynı mahallenin çocuğu olmamıza rağmen çok oynamadığım Yasemin ile bacılık oluyorum okula giderken, öğle yemeğine eve gelirken. Öğle yemeğine arkadaş davet etme ve öğle yemeğinden sonra uyumadan okula vaktinde gitme konusunda artık iyice idmanlıyım.

Yasemin bir gün öğle yemeğine onlara gitmemi teklif etti. Evleri bizim evin hemen arkasında ama bir kez bile gitmedim. Nasıl da merak ediyorum Deli Bahar’ın evini çocuk aklımla. Hani şu perdeleri çekilmeyen evi. Annemlerin okul açılınca kışlık hazın düzme telaşesini fırsat bilip çatal kapıdan yarım ağız Yaseminler’e öğle yemeğine gideceğimi söylüyorum. Başının kalabalığından mı yoksa başka bir sebepten mi bilmiyorum, annem izin veriyor. Öteki türlü izin vereceğini pek düşünmemiştim.

Gittik Yaseminler’in evine. Ev onların değil. Ölen birinin evinde emaneten oturuyorlardı. Köyden merkeze taşınana kadar da hep ölen birilerinin evlerinde emaneten yaşamışlardı. Ta ki her yaşadıkları evin mirasçısı yerine betonarme yapmak için onları çıkarana kadar. Göçtü göçecek tahta hayattan geçip sofaya açılan kapıdan girdik. Sofanın başında aynı bizim evdeki gibi şömineye benzeyen bir ocak var. Biz de ölen büyük dedemin evinde geçici olarak yaşıyorduk ama Bahar’ın evindeki geçicilik sofadaki divana kadar yansıyordu. Divanın etekli örtüsü yoktu mesela, altına koyduğu leğenlerdeki odunları, divanın başındaki hamamlığı kapamak için dizdiği tahtaları görüyordum hep. Divanların oturma yerine gelişigüzel çul sermişti, halı yastıklar da çıplaktı. Evdeki her detayı yaşadığımız evle karşılaştırmaya devam ediyorum bir tür çocuk zalimliği ile. Bizim halı yastıklarının üzerinde metrelerce krem rengi etamine işlenmiş örtü vardı mesela. Kıyısında doğum tarihim. Annem bana hamileyken işlemiş. Sonra bizim oturduğumuz emanet evin de tabanları kara topraktı, ama annem her temizlikte gelinlik halılarının altına serdiği, şeker çuvallarını bozup yaptığı devasa örtüye kadar her şeyi havalandırır; yeri süpürürken toz kalkmasın diye bakır ibrikle adının ilk harfi M’yi çizerek incecik sulardı. Bahar’ın evindeki sofanın zemininde ise kel bir kilim var sadece.

Şu anki aklımla büyük utanç duyduğum bu ev gözlem faslı, Bahar alt kattaki damdan çıkınca son buldu nihayet. Bu sefer de davetsiz ve haber vermeden gelişimizin gerginliği sardı beni. Gözüm sürekli Bahar’ın ucu pullu yemenisinde. Annemi, babaannemi, evdekileri sorarken kafasını salladıkça alnına pul oyasının gölgesi düşüyordu. Ucu boncuk işi ya da pullu beyaz yemeniden başka bir şey almazdı başına. Topuzuna taktığı madeni toka da belli oluyordu. İç yemenisi bağlamazdı hiç. Mutfağa geçti. İçim içimi yiyordu mutfağını, bucaklığını göremedim diye. Acaba bucaklığın önüne tabağa çanağa sinek sıçmasın diye tül perde germiş miydi, cıncık tabakları diklemesine mi dizmişti annem gibi? Derken “Taarrk!” diye kapadığı mutfak kapısından ortası yamalı Tokat işi sofra bezi ile geldi sofaya. Yere yaydı sofra bezini, altına kasnak koymadan küçük bir siniyi de üzerine koyuverdi. İlkin annemin analığında oturduğum sofralardaki gibi aşlanmış, soğumuş çay ile peynir gelecek sandım, gelmedi. Gelse de yemezdim ki peynir. Annem gibi ekmek kızartması dürümü yapacaktır diye geçirdim içimden. Yok, o da yok. Bir türlü boynumu sarkıtıp bakamadığım mutfakta tüp var mıydı, ocak var mıydı, cız diyecek yağ var mıydı, hiç bilmiyorum.

Ben büyük bir merakla öğlen yemeğini beklerken sofanın girişindeki askıda duran gül kurusu bakkal poşetinden dört tane ışıldak ambalajlı öteberiyi alıp sininin ortasına koydu. Tepside dört tane Halley çakması Anı marka, yalancı Halley vardı. En ucuzundan. Bu çakma Halleyleri tek başıma bakkala gittiğimde alırdım ucuz diye. Öteki türlü dedem gittiğinde has Halley alırdı. Evde burun kıvırdığım yemeklere alternatif olan öğünümün Bahar’ın evinde gerçek bir öğle yemeğine dönüşmesine şaşkın, ama tıpkı gerçek bir öğle yemeği yer gibi Bahar’ın “Dökmeden yiyin.” tembihine uyarak sofra bezini üzerime çekip payıma düşen çakma Halleyleri yemeye koyuldum. Bahar da öğle yemeğimizi aradan çıkarmanın rahatlığıyla yeniden dama indi.


Görüntü: Şenlik arşivi

Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Deli Bahar&rdquo için 1 yorum

  1. aygül

    çok güzel bir yazı. o çocuktuk hepimiz birazda.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: