2000+

Koca Bir Gün

İstanbul’a üçüncü kez gelişim olmalı. Yirmi beş yaşındayım, burs aldığım bir oyunculuk kursuna devam etmeye çalışıyorum. Ayda iki kez İzmir’den yollara düşüyorum otobüsle; git-gel…  

O pazar günü ilk kez uygulama yapacağız, kısa film çekilecek. Hatta ünlü bir oyuncu bizlere destek olmak için baş rolde. Sabah saat onda servis bizi Taksim’den alıp filmin çekileceği yere götürecek. cumartesi geceden otobüse binip küçük sırt çantamla yola koyuluyorum. Sonra fark ediyorum ki otobüs sabah altı gibi Taksim’e varacak. İçimden eyvah diyorum, bir de pazar günü, her yer kapalıdır, sokaklar bomboştur, korkar mıyım acaba, üşür müyüm…

Köprüyü geçerken gözlerimi açıyorum. İstanbul Boğazı muhteşem, gün yeni doğuyor, güneş bir yandan İstanbul bir yandan parlıyor. İçimde bir sevinç ve heyecan, gözlerim kamaşarak izliyorum güzelliği. Hatırladığım kadarıyla (tam zamanları unutmuş olabilirim) altı buçuk gibi Taksim’de iniyorum otobüsten. Bir bakıyorum ki etrafta insanlar var. Önce seviniyorum bu duruma, İstiklal Caddesi’ne doğru yürüyorum. Ama tüm dükkânlar, kafeler kapalı ve hızlıca fark ediyorum ki, dışardaki birkaç insan pazar sabahı uyanıp evden çıkmış değil, akşamdan kalmışlar, çoğu sızmış gibi kaldırımlarda oturuyor. Sonra bir tanesi hemen beni fark ediyor, otobüste de olsa gece uyuduğum için diğer insanlara göre parlıyorum muhtemelen, yanıma doğru geliyor. Bana hitaben şiir okumaya başlıyor. Güvercinler kadar beyaz ve güzel olduğumu anlatan bir şiir. Sözleri hatırlamıyorum, ama sürekli beyaz, güvercin, güzel kelimelerini mırıldanıyor. Neyse ki yanıma çok yaklaşmıyor, belki farkında halinin (sarhoş değil, ilaç vs almış belki bilmiyorum). Tedirgin oluyorum ama bir yandan da “Meydanın ortasındayım, sabah sabah bir şey olmaz.” diyorum içimden, etrafta insanlar var, yeni uyanan insanlar da çıkar yakında diye düşünüyorum ve adam kendisi de uzak durup güvercinler diyor, sakin sesle şiir okuyor sadece diye kendimi rahatlatmaya çalışıyorum.

Saat yedi buçuk sekiz gibiyken sanırım, İstiklal girişindeki Simit Sarayı açılıyor. Hemen içeri giriyorum, bir çay bir poğaça alıp kapıya yakın bir masaya oturuyorum. Tam kitabımı çıkarırken şiir okuyan adam içeri girip yan masaya oturuyor, hemen şiirine başlıyor yine: Beyaz güvercinim senin güzel gözlerin vs… Kalkıp diğer masaya geçecek oluyorum, Simit Sarayı çalışanları sağ olsunlar durumu fark ediyorlar, adamı (hırpalayarak!) dışarı çıkarıyorlar, bir an sevinip, hemen sonra adamın haline telaşlanıp, sonra da rahatlayıp, sessizce sandalyemde küçülüyorum, kitabimi okumaya başlıyorum, çayla ısınıyorum.

Saat dokuza gelirken çıkıyorum ordan. Cadde güneşle dolmuş, ısınmış, pazar sabahı olduğu için normal kalabalık yok ama bir saat önceye göre bambaşka, yeni güne başlamış insanlar yollarda, etraf hareketlenmiş, güzel bir bahar sabahı şimdi.

Ceketimi çıkarıp çantama koyuyorum. Etrafa bakarak sevinçle yürüyorum, zaman var diyorum içimden bir Galatasaray Lisesi’nin oraya kadar yürüyüp dönebilirim. Tam yolu yarılamışken, büyük bir ayaklı kamera (tekerlekli küçük araç üzerinde uzun bir düzenek, muhtemelen bir adı var ama bilmiyorum) ve dört kişi bana doğru yaklaşıyor, bir tanesi gülümseyerek “Excuse me” diyor. Bana kısaca, Avrupalı kadınlarla ilgili bir belgesel hazırladıklarını ve eğer beş dakikam varsa önünde durduğumuz büyük afiş önünde yürürken beni çekmek istediklerini anlatıyor, “Siz İstanbul kadınlarından olacaksınız.” diyor. İstanbul’da sadece birkaç gün geçirdiğim içimden geçiyor, ama belki İstanbullu olmaya başlamışımdır diyorum kendi kendime, hem sadece birkaç adım ve İstanbul’da oturmuyorum belki ama İstanbul’u yaşıyorum ben de işte, diye aklımdan geçerken hızlıca “Tamam.” diyorum. Hatırladığım kadarıyla afiş bir giyim markası afişi, kocaman bütün binayı kaplamış neredeyse, üstünde takım elbise etek ve ceket giymiş bir iş kadını var, yürüyor. Benim üstümde kot pantolonum, ip askılı sarı bluzum ve sırt çantam var. İki ya da üç kez aynı yerde bir ileri bir geri yürüyorum, her defasında “One more please, one more” diyorlar. Büyük kamera havada beni takip ediyor. Çok eğleniyorum. İlk kısa filmimde oynamadan önce ilk belgeselde rol almış oluyorum. Teşekkür edip ayrılıyorlar. Hızlı adımlarla Taksim’e çıkıyorum. Kurstan arkadaşlarım gelmiş, servisi bekliyorlar. “Günaydın.” diyorlar, “Günaydın.” diye cevap veriyorum, koca bir gün yaşamışım hissiyle…


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Koca Bir Gün&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: