2000+

Çuval Taşıyabilir misin?

Bahçelere konulan seramik yer cinlerine benzeyen turuncu sakallı bir arkadaşım vardı, Mehmet. Mehmet bizim okulda gemi mühendisliğini bitirmişti aslında ama kafayı önce bira yapımına, sonra kahveye takmıştı mezun olduğumuz ve şimdi bir asır önce gibi gelen o yıllarda. Derslerine çalışmadığı zamanda kahveyle ilgili çalışması Marvelus’un sahibi Ceyhun ile tanışmasına ve onun yanında işe başlamasına vesile olmuştu. Marvelus İstanbul’un soylulaşmış semtlerindeki birkaç kafe ve kahve çekirdeği kavurmahanesinin (roastery) ismiydi.

Marvelus artık yeterince büyümüş, ünlü bir şef olan Ali’nin dikkatini çekmişti. Ceyhun’a “Marvelus’u satar mısın?” teklifiyle gitmiş, o da kabul etmişti. Marvelus’un satışıyla birlikte bir süre destek olacaktı Ceyhun markasının yeni sahiplerine, işi yürütebilmeleri için. Hatta ekip bile kuracak, öyle hazır teslim edecekti. Tam o sıralarda eleman lazım diye haber gelmiş benim Mehmet’e.

Mehmet, telefonda konuyu bana açar açmaz takla atarak “Evet!” dedim. Ön eleme için Ceyhun’la görüşme ayarlandı. Acil, bir çanta hazırlandı, Bolu’dan otobüse binildi, yol boyunca kahvecinin Cihangir’deki şubesinin yerine haritadan iyice, defalarca, büyüte küçülte bakıldı.

Artık “Bu kız okumayacak.” diye dizini döven anneme inat, bir sürü diplomam vardı. Buna rağmen zar zor iş bulmuş, o zamanlar farklı çeşitten bir sürü insanın işten atıldığı sebeplerle, ben de işten atılmıştım. Sanki birden okumuş insana doymuştu her yer. Ne dünyada, ne de bizim memlekette yeni iş bulamıyordum.

İstanbul’a varır varmaz üniversite yıllarımın geçtiği Taksim’deki ikinci elciye gidip bi ceket aldım. Ceketin yakasında sigara yanığı vardı, eşarpla örttüm orayı. Cihangir’deki Marvelus’a gidip Ceyhun’la tanıştım. Kahveyle alakam olup olmadığını bile sormadı. “Ne içersin?” diye sordu. “Sütsüz kahve içerim.” dedim. Hay allah ya, Amerikano falan demem lazımdı kesin! Cossss, yutkunduğum tükürük içimi yaka yaka indi.

Çok genel mevzulardan konuştuk. Benim başvurduğum kavurmacı çırağı pozisyonunu anlattı. Kahveyi üç, dört seferde içtim, telaşlıca memnun oldum dedim, hızlı hızlı çıkışa yürüdüm. İçtiğim kahveyi ödemek için sıraya girdim. Para almadılar. Ben de suçluluktan bir paket çekirdek kahve satın alıp çıktım.

Akşam haber geldi, ön elemeyi geçmişim. Sonraki gün Marvelus’u satın alan şef Ali çağırmış beni; 2’de oraya gidecekmişim.

Yola saatler önce çıkmama rağmen nasıl olduysa yanlış otobüs, yanlış tramvay derken görüşmeye kan ter içinde son dakikada yetiştim. Üzerimde aynı ceket vardı. Galata’daki otelin en üst katındaki o zengin lokantasının kapısındaydım, saat 2’yi 1 geçe. O camdan kapının nasıl açılabildiğine aklım yetmediği için büktüğüm orta parmağımın dışıyla sert sert tıklattım kapıyı. İçerden biri “Kapıya dokunmayın. Yaa hay Allahım, nasıl bi insan fffff” bakışıyla ve elleriyle “Dur dur.” işareti yaparak koşarak geldi ve bir el hareketiyle otomatik kapıyı açtı.

Bu seferki görüşmede sorular farklıydı. “Günde kaç çuval taşıyabilirsin?” diye sordu şef Ali. Şehir plancısı olduğumu, dünya şehirlerini görmenin benim için hem bir zevk, hem bir araştırma olduğunu, bunu yapmanın da en yavaş ve ekonomik yolunun bisiklet olduğunu anlattım. “Ülkelerce, kıtalarca bisiklet sürdüm, heybelerim hep ağırdı, devamlı taşırdım onları” desem de işe alınmadım. Erkek bir birey alındı benim yerime.

Şimdi düşünüyorum, “Her şeyin hayırlısı yahu…” diyorum. Eğer o gün işe alınsaydım O’nunla tanışamayacak, şu kediyi evlat edinemeyecek, hem işe giderken tam o civarda kaza yapan otobüsün altında kalacaktım belki de değil mi? Paralel hayatım yanımdan uzayıp giderken ve yeni kurduğum işim de yavaştan batarken vicdanım rahat, çünkü muhtemelen hayırlısı oldu.


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Çuval Taşıyabilir misin?&rdquo için 1 yorum

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: